Aşırılıklar

Bu aşırılıklar şehrinde, yalnız kalmayı ezberleyeli çok oldu oysa.

En iyi anlarından ibaretken nasıl becerdin en kötü anlarının bütünü olmayı? Bu muydu sana yalnız olmayı öğreten? Sen kötü hissetmeliydin hatta o kadar rezil hissetmeliydin ki tenin bile acımalıydı dokununca. Ancak böyle öğrenirdin yalnız kalmayı. İnsan öğrenmeli değil mi yalnız kalmayı, hatta öğrenemediyse ezberlemeli? Fakat bu kadar yürek ağrısı çekmemeli, diye düşünmeden edemiyorsun. Şu an aklına gelmeyen ve belki de gelemeyecek cümleler için uyanıyorsun her bir güne. Hep fazlasın, hep aşırısın. Her şeyini kaybettiğini düşünen bir insanın hayata dair bir inancı kalır mı? Her şeyi kaybettiğini düşünen biri, aynı zamanda buna inanır mı? Her şeyini kaybettiğini düşünen biri düşünerekten aklını kaybetmediğini kanıtlayamaz mı? Düşünmek midir aklını kaybetmediğinin göstergesi yoksa sen misin bu ızdırabın özü? Her zamanki bir Temmuz akşamı diye başlamak güç gelir sana, her zamanki olsa "o" dahil olmazdı çünkü. Ama hikâyede “o” varken hikâye farklıdır, benzersizdir. Oturduğun ev şu yokuşun aşağısında kalıyor, yaşadığın hayatın yokuşları misali. 

Her neyse bir Temmuz akşamı, efkarın var üzerine serilen, “o” var aklını çelen. Kim “o”? Aslında yalan söylüyorsun yok “o”, kim bilmiyorsun. Soyut olması birini gerçek kılarsa oracıkta aslında. Düşünmen var eder mi o kişiyi, olmasa bile? Kafan karışık ama daha çok bulanık. Diğer binaların gölgesi düşüyor zemine, çirkin bir görüntü diye geçiriyorsun içinden. Evinin yokuşu demiştik; bayıyor bu çirkin gölgeler seni, çıkıyorsun evden. Tanımadığın şehrin sokaklarında “o“ kişi ezberinde gibi arıyorsun “o”nu, peki kim “o”? Bir tutku gibi bulabilmek onu, sen bunu yaşıyorsun yalnız. Ne sevinç ne hüzün yalnızca “o” tutkusu sarmış bedenini. Şimdi Arnavut kaldırımlı yolda hızlı adımların sanki bir şeyleri kovalıyormuş gibi ilerliyor. Şehre birkaç ay önce taşındığında ilk geçtiğin sokak burasıydı, heyecanla inceliyordun insanları, hatta şuracıkta bir amca oturmuş simidini yiyordu. Bu kadar kısa zamanda nasıl kaybettin insanlara olan heyecanını? Yalnızlaştığında mı yoksa kendine küstüğünde mi? Seninle alakalı her şey onlara aitmiş gibi davranıyorsun. Hüznün ödüllendirildiği tek yer filmler ve bir ödül de sana. Derin bir nefes almaya çalışıyorsun fakat her seferinde başarısız oluyorsun, ne kadar ahmaksın hâlâ şehrin sokaklarında tanımadığın birine bakınıyorsun. Geçenlerde bir gün, ailenle telefonda tartışırken suratlarına kapatmıştın telefonu. Daha sonra şu köşebaşında duran sokak lambasını izlemiş, “o” tanıdık adımların sesini sokağın karşısındaki kaldırımda duymayı beklemiştin. 

Bu şehrin daha fazla ışığa ihtiyacı yok diye geçiriyorsun içinden, bu çağın bir yansıması bu şehir biliyor musun? Her şey aşırı, en çok da senin düşüncelerin. Bu sefer de güneşi kovalarcasına hızlandırdın adımlarını, çevrene değil de adımlarına bakıyorsun artık. Bir kafeden "o" şarkının sesi geliyor, olduğun yerde donup kalıyorsun bu kez. “Ne cüret bu şarkıyı çalıyorlar?” diyerek herkesi azarlıyorsun. Kaçıyorsun, arıyorsun, bulamıyorsun. Bu aşırılıklar şehrinde, yalnız kalmayı ezberleyeli çok oldu oysa.