Aşkın Kimyası

Neden ve nasıl aşık oluruz?

Hiç düşündün mü, birini gördüğünde neden kalbin hızla atmaya başlar? Neden midende uçuşur kelebekler? Ya da neden o kişiyle birkaç saat geçirdiğinde, zaman sanki hızla akıp gider? Aşk, çoğu zaman şiirlerle, şarkılarla anlatılır ama işin arka planında epey karmaşık bir kimya da var.

Öncelikle şu meşhur "ilk görüşte aşk" meselesiyle başlayalım. Aslında ilk görüşte olan şey, dopaminin devreye girmesi. Dopamin, beynimizin ödül sistemini harekete geçiren, bize “Bu kişi özel olabilir!” dedirten bir nörotransmitter. Dopamin salgılanınca kendimizi enerjik, mutlu, hatta bazen biraz takıntılı hissedebiliyoruz. Belki de bu yüzden aşık olduğumuzda o kişiyi sürekli düşünmekten kendimizi alamıyoruz.

Sonra işin içine oksitosin ve vazopressin giriyor. Bunlar “bağlılık” hormonları. Sarıldığında, dokunduğunda ya da uzun uzun göz göze baktığında devreye giriyorlar. İşte o sıcaklık hissi, “Onun yanında kendimi güvende hissediyorum” dediğimiz anlar bu kimyasalların marifeti. Bilim insanları bu hormonların etkisiyle uzun süreli bağların kurulduğunu söylüyor. Yani sadece tutkuyla değil, güvenle de örülüyor aşk.

Ama aşk her zaman tozpembe değil tabii. Tutkunun doruklarında dopamin fazla salgılandığında, tıpkı bağımlılık gibi bir etki yaratabiliyor. Ayrılıklar bu yüzden bu kadar acı veriyor; çünkü bir tür “yoksunluk” yaşıyoruz. Serotonin seviyeleri düşüyor, iştah, uyku, ruh hali allak bullak olabiliyor. Yani aşk, gerçekten hem ruhsal hem biyolojik bir sarsıntı.

Tüm bunları bilmek aşkı büyüsünden uzaklaştırır mı dersin? Bence tam tersi. Ne kadar karmaşık olduğunu gördükçe, onun ne kadar özel bir deneyim olduğunu daha iyi anlıyoruz. Beynimizin milyonlarca yıllık evrimsel mirası, kalbimizin en derin arzularıyla birleşip bize bu büyülü duyguyu yaşatıyor.

Yani aşk, hem bir şiir hem bir deney tüpü. Hem yıldızlar kadar uzak hem de kalp atışında kadar yakın. Kimya kendi işini yapsın, biz yine de aşkı hissettiğimiz gibi yaşamaya devam edelim.