AVRUPA’NIN KALBİNDEKİ SAKLI HAZİNE

Çok gezen mi daha bilgilidir yoksa çok okuyan mı ikileminde oyumu her zaman çok gezenden yana kullanırım. Gezmeyi, yeni yerler keşfetmeyi küçüklüğümden beri en çok sevdiğim şey olarak tanımlamışımdır. Bir şeyleri tanık olarak, tecrübe ederek öğrenmenin verdiği mutluluk tarif edilemez. Bu şekilde edindiğim bilgilerin de hafızamdaki yeri her zaman daha kalıcı ve daha özel olur.

Bu zamana kadar pek çok ülke ve şehir gezmeme rağmen bende en büyük hatırası olan ve benim için en kıymetli olan yer İsviçre’dir. Çok fazla kişi tarafından bilinmeyen ve oldukça küçük bir ülke olmasına rağmen doğası, insanı, ekonomisi, kültürü, gelenek ve görenekleriyle beni kendine hayran bırakan Heidi’nin ülkesi olarak da bilinen yeşillerin ülkesidir İsviçre. Ülkeye girdiğiniz an karşılaştığınız doğa ve şehir yaşamının uyumu sizi daha ilk andan mest etmeye başlar. Alp Dağları ile çevrelenen o güzel şehirlere genellikle göller eşlik eder. Şehirlerini göl kenarlarını saracak şekilde inşa etmiş ve bunu yaparken de o eski ve güzel mimarilerini korumayı başarmışlardır. Türkiye’de nadiren rastlayabileceğiniz bu tür manzaraları İsviçre’nin her yerinde kolaylıkla bulabilirsiniz. Şehirlerin sokaklarında gezinirken kendinizi adeta Bob Ross’un bir tablosu içerisinde geziniyormuş gibi hissedersiniz. Belirli bir rotanız olsa bile bir kere o güzel sokaklarda dolaşmaya başladığınızda zamanın

nasıl geçtiğini anlamayacak ve İsviçre’nin o güzel mimarisinde kendiniz kaybedeceksiniz. Sokaklarında gezerken sık sık çikolata atölyeleri görebilir ve etrafa yaydıkları o güzel kokularla kendinizi şımartabilirsiniz. Çikolata dediğim zaman sadece bir kalıp olarak düşünmemek gerek atölyelerinden çıkan çoğu çikolata adeta bir sanat eseri gibi özenli ve etkileyici bir biçimde hazırlanır.


Bu güzel ülke bir yandan sizlere her köşesinden inanılmaz manzaralar ve tatlar sunarken bir yandan da insanlarının sevecenliği ve modernliğiyle sizi kendine daha da çok çekiyor. Onların sakin ve düzenli hayatlarını gördüğünüz zaman ister istemez kendi aceleci ve karmaşık yaşam tarzınızı onlarınkiyle kıyaslamaya başlıyorsunuz. Az nüfuslu ve büyük ekonomili olmanın verdiği avantajı hayatlarının her alanında çok net bir biçimde gözlemleyebiliyorsunuz. Bizim alışık olduğumuz sıkıcı ve aynı olan hayat tarzlarından çok daha farklı bir anlayışa sahipler. Hayatlarının ev, iş, trafik

üçgeninde geçmemesi ve kendileri için her zaman vakit yaratabilme

ayrıcalıklarının olması belki de bu kadar imrendirici. Hemen hemen herkesin

kendine özel ilgi alanları ve bu alanlar üzerinde çalışmaları için yeterli

olanakları var. Boş bir gününüzde göl kenarında yürüyüş yapabilir, bisiklete

binebilir ve eğer sıcaklarsanız kimse tarafından yadırganmadan masmavi ve

berrak olan o güzel göllerde yüzebilirsiniz.


 


İnsanların birbirleriyle sosyalleşebileceği parklar, sinemalar, tiyatrolar ve bunun gibi merkezler oldukça yaygın ve herkes tarafından ulaşılabilir. En ufak kasabasında bile büyük bir şehrin sahip olduğu sosyal imkanların bir projeksiyonunu bulmak mümkün. Genellikle ortasından bir nehir geçen bu küçük kasabalarda nehir etrafına kurulu pazar ve marketlerdearadığınız her şeye erişebilirsiniz. İnsanlar küçük yerleşim bölgelerinde de bütün bu imkanlara sahip olduğu için Türkiye’de olduğu gibi büyük şehirlere göç etme ihtiyacı duymuyorlar. Hayat standartlarının bu kadar yüksek ve konforlu olduğu başka bir ülke daha olduğunu düşünmüyorum.

Bütün bunların yanına bir de kültürel çeşitliliği eklediğiniz zaman bütün resim tamamlanıyor. Bu karma kültürün etkisi de hayatlarının her alanında rahatça görülebiliyor. İtalya, Fransa ve Almanya ile komşu olan ve bu milliyetlerden insanları barındıran İsviçre tüm bu dillerin günlük hayatta aktif olarak kullanılması nedeniyle doğal olarak çok dilli bir sosyal hayata sahip. Sokaklarda gezinirken birden çok dilin kullanıldığını rahatça işitebilirsiniz. İlk başlarda garip gelse bile sonradan zamanla bu hissiyat yerini hayranlığa bırakıyor. Bizlerin öğrenmek için çok çaba harcadığı bu dilleri onlar ana dil olarak zaten öğreniyor ve kullanıyorlar. Böylelikle eğitim ve iş alanında çok daha fazla fırsat bulabiliyorlar. Türkiye’de ve diğer ülkelerde görmeye alışık olmadığım manzaralar, hayat tarzları ve yaşam standartları bu geziyi benim için üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin unutulmaz kılıyor. Sahip olduğu tüm bu güzelliklerle beni ve daha birçok kişiyi kendine hayran bırakan İsviçre ile ileride bir gün yeniden karşılaşmak dileğiyle.