Bataklık

Başkasının kişisel bataklığında mahsur kalmışlık.

Çıkması en imkânsız olan bir bataklıkta gibiyim.

Kendimi çıkarmaya çalışırken daha çok batıyorum.

Bataklığın beni aşağıya çektiğini unutup ona gülümsüyorum.

Ama onun beni derinlere indirip yok etme isteğini bir türlü geçiremiyorum.

Öyle derin, öyle yalnız ki… bunun farkında bile değil.

Ne kadar iğrenç, dayanılmaz ve çürük kokmasına rağmen bataklık kendini gül bahçesi sanıyor.

Yanına yaklaşan insanları öldürdüğünü görmüyor; çünkü bataklığa göre o insanlar onu anlamıyor.

Kendinden de nefret ediyor, içten içe ölmek istiyor.

Eskiden bataklığın içinde bir çocuğun yaşadığına inanırdım. Oradan çıkmak için çığlıklar atardı ve ben her çığlığını duyardım.

Şimdi ise bunun hastalıklı bir sanrı olduğunu biliyorum.

Orada kimse yok…

Ne gül bahçesi, ne de bir çocuk…

Belki de içinde sadece iskelet parçaları vardır.

Çocuk çok uzun zaman önce ölmüştür.

Ona baktığım zaman ne bir insan, ne bir gül, ne bir çocuk, ne de bir ruh görüyorum.

Sadece balçık içinde bir bataklık.

Sanırım artık içinde debelenip gerçekliğini aramayı bırakmalıyım.

Onun aksine ben ay çiçeği bahçesiyim ve güneşin olmadığı bu yerde durmak intihardan başka bir şey değil.

Bir gün bataklık değişir mi? Bilmiyorum ve asla da bilemeyeceğim.

Ben gidiyorum sevgili bataklık ve senin için acıların en büyüğünü bırakıyorum.

Görülmemek.

Sana bıraktığım en büyük acı bu olacak, umarım bunu değerlendirirsin.

Benim tarafımdan artık görünmez bir deliksin; ne sesin ne de varlığın beni durduracak.

Umarım bir gün kendini gül bahçesine çevirecek gücü ve cesareti bulursun ama maalesef benim öfkem ve yara izlerim baki kalacak.

Senden bende kalan en acı şey de bu olacak.

Seni bırakarak hem kendi ruhumda hem de sende bir yara açıyorum.

Ve ben bunu iyi değerlendireceğim.