''Batı Cephesi'nde Yeni Bir Şey Yok'' İsimli Eserden Örnekleyip ''Edebiyat Neden Okunur?'' Sorusuna Cevap Bulabilmek Adına

Edebiyata niçin ihtiyaç duyarız? sorusuna cevap arayışı içinde olanlara hitap edeceğini düşündüğüm keyifli bir yazı.

Kamp ateşi etrafında oturmak, patates yemek gibi basit şeylere özlem duyarak içinde bulunduğu savaş durumunda bile anlık dahi olsa kendini avutmak. Edebiyatta da bunu bulmaz mıyız sık sık? Eski günlere duyulan özlem, bizim olmayanın güzelliğinden ve cazibesinden bahsedilen tonlarca eser var. İnsan hayatının her noktasında edebiyatla iç içe aslında.

Giriş cümlemde eserden örnek verdiğim, Paul ile arkadaşı arasında geçen özlemini çektiği şeylerden bahsettikleri an bile edebiyatla ne kadar iç içe olunduğunun göstergesi. İster savaşta ol ister evinde huzurlu bir akşam geçiriyor ol ya da dünyayı dolaşıp keşfetme hâlinde ol; sürekli arayış hâlindeyiz. Bu yüzdendir ki aradığımız şey mevcut durumumuzda bizimle değilse geçmişe özlem duyarız. Bizde olmayana hasretiz. Onu zaman zaman gözümüzde büyütürüz zaman zaman da ‘’beni hiçbir şey yıkamaz’’ kibrine kapılıp bu özlemi küçümseriz. Hâlbuki, küçümsediğimiz bu yıkım hayatımızın her anında başımıza gelme potansiyeline sahiptir. Tıpkı bu savaştaki masum ya da suçlu herkesin başına geldiği gibi.

 

Yaşadığımız, yaşamak istediğimiz anları güzelleyerek kendimizi motive edip hayata tutunmaya çalışırız. Yaptığımız en ufak bir güzelleme bile edebiyatın her noktasında mevcut.

 

Edebiyata var olmak için ihtiyaç duyarız. Bizim için yanlış olana karşı çıkabilmek ve kendi doğrularımızı var edebilmek için. Belki de ben varım diyebilmek için.

 

Bir komutan vatan sevgisini emrindeki herkesi ölüme göndermek sanacak kadar ilgilidir edebiyatla. Başka birisi ise daha çok okumanın insanlar olarak kendi elimizle yarattığımız her soruna çare olabileceğini düşünecek kadar. İkisinin de kendince yaratılmış doğruları var. Bu eser yazılmasaydı, savaşın cephedeki bir askerin gözünden nasıl gözüktüğünü anlamaya bu kadar yaklaşamazdık. Edebiyat başka gözlerin gördüklerini de görmek için okunur.

 

Her ne kadar genelleme yapsam da ‘’edebiyat neden okunur?’’ sorusunun cevabı özneldir.

Stanislaus’nun eşinin, oğlu kitap okumayı çok sevdiği için öldükten sonra hâlâ mezarının başına gidip ona kitap okuması gibi. Oğlunu kaybeden bir annenin, oğlunun hayattayken mutlu olduğu şeyi ölümünden sonra bile sürdürerek kendini avutması gibi. Oğlunu kaybetmiş bir anne, edebiyatı belki de sadece bu yüzden önemser.

Özetle, dünya üzerindeki herkesin -tıpkı parmak izimiz gibi- kendine özgü ve eşsiz duygularla edebiyatla ilgilendiğini düşünüyorum.