Bilginin Ağırlığı : Her Şeyi Bilip Hiçbir Şeye Vâkıf Olamamak

Modern bireyin maruz kaldığı bilgi bombardımanı, doğru bilginin önünde engel oluşturmaktadır.


Bilgi, tarih boyunca görülen örneklerle insanoğlunun hem gücü hem de sorumluluğudur. Ancak bilginin değerli olup olmadığı, onu nasıl edindiğimiz ve nasıl kullandığımızla ilgilidir. Modern dünyada, bilgiye sahip olma arzusu bireyler için bir özgürlük alanı olduğu kadar bir yük de oluşturur. Bu bağlamda, insanlık tarihinden başlayıp felsefi yaklaşımlar üzerinden modern dünyanın getirilerine kadar süregelen bu geniş coğrafyada bilginin sınırları ve ağırlığı üzerine düşünmek, medeniyet tasavvurumuzun tam merkezinde yer almalıdır. 

Bilgi ve bilginin değerine dair klasik İslam düşüncesinde bilginin kaynağı ve amacı üzerine ayrıntılı bir sorgulama vardır. İmam Gazzâlî, İhya-u Ulumiddin adlı eserinde, bilginin ancak hikmetle birleştiğinde anlam kazanabileceğini belirtir. Yani ona göre, faydasız bilgi, insanın ruhunu geliştirmek yerine onu gaflete sürükler. İnsan, cüz’i iradeyle sınırlandırılmış bir varlıktır ve insana verilen her değer onu sorumlu kılar. Bundan dolayı zihni faydasız bilgiyle doldurmak, faydalı bilginin yerini gasbetmek olur; bu da hesabını veremeyeceğimiz bir yüke sürükler. Zaten Gazzâlî de şöyle söyler: “Faydasız bilgi, dünyada bir yük, ahirette ise bir sorumluluktur.” Ayrıca insan, bilgiyi aktardığı kadar ilim sahibidir. Bu doğrultuda faydasız bilgi, ferdi olarak zarar sağlarken içtimai olarak da bâtılın duyurulmasına sebebiyet verir.

Sokrates’in “Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir” sözüyle paralel bir düşünceyi de Türk-İslam âlimi İbn Haldûn dile getirir. Mukaddime’sinde, bilginin insanı yalnızca aydınlatmadığını, aynı zamanda yükümlülük altına soktuğunu ifade eder. İbn Haldûn, bilgiyi anlamlı bir çerçeveye oturtmadan onunla meşgul olmanın insanı kibir ve yanılgıya sürükleyebileceğini belirtir.

Bilginin ağırlığı ve sorumluluğu meselesinde bir başka önemli isim İbn Rüşd’tür. O, “Bilgi, insanın hem özgürlüğü hem de sınavıdır.” diyerek bilginin hem akılla hem ahlakla taşınması gerektiğini ifade etmiştir. Aristoteles’in akılcı düşüncelerini İslam dünyasına kazandırsa da onda salt bir akıl anlayışı yoktur. Bilginin ahlakla şekillenmesi aslında onu temellendirme ihtiyacıdır. Ahlaklı bilgi, birden çok girdinin doğru bilgiye ulaşma basamağını inşa ettiği bir süreçtir. Ünlü İslam filozofu, bilgide özgürlük ve sorumluluk arasına ahlakla ince bir çizgi koyarak insanın gözetmesi gereken dengeyi ortaya koyar. Bu dengeyi kaçıran modern bireyin bilgi karşısında vâkıf olamama durumunu Hannah Arendt, Vita Activa adlı eserinde ele alırken İslam düşüncesi vâkıf olamamanın çözümünü maneviyat ve anlam arayışında bulur. Nurettin Topçu, bilgiye yüklenen modern anlamdaki sorgulayışın, insanın ruhuna ve çevresine katkı sağlamadığı sürece anlamsız bir yığın haline geleceğini söyler. Topçu’nun ifadesiyle: “Hakikate ulaşmayan bilgi, yalnızca birer kelime yığınıdır.”

Peki, hiçbir şeye vâkıf olamamak aslında bilginin ağır yükünden kaçış mıdır? Yunus Emre’nin şu mısraları, bu soruya İslam tasavvufunun penceresinden yanıt verir:

“İlim ilim bilmektir,

İlim kendin bilmektir.

Sen kendini bilmezsin,

Bu nice okumaktır?”

Yunus Emre’ye göre bilgi, bireyin kendini tanıma yolculuğunda bir araç görevi görür. Eğer bu araç, insanın varoluşunu anlamlandırmasına hizmet etmiyorsa, bilgisizlik kadar anlamsız hale gelir. Bu düşünce, Nietzsche’nin Böyle Buyurdu Zerdüşt eserindeki “üstinsan” kavramıyla bir paralellik taşır. Ancak İslam düşüncesinde “üstinsan” fikri, bireyin Tanrı’yı ve kendini tanıma çabasında tevazu ve hikmetle şekillenir. Vâkıf olma da bu noktada başlar.

Bilmek ve bilmemek arasında denge kurmak hem İslam düşüncesinde hem de modern felsefede bireyin özgürlüğüyle ilişkilendirilmiştir. İbn Sina da, bilginin ahlak ve hikmetle birleşmediği sürece bireye ağırlık getireceğini söyler: “Bilgi, ruhun gıdasıdır, ancak hazmedilmezse zehire dönüşür.” Modern bireyin maruz kaldığı bilgi bombardımanı, doğru bilginin önünde engel oluşturmaktadır. Bu da Gazzâlî’de değindiğimiz gafleti ortaya çıkarır. Aslında sonuç itibariyle bilgi konusunda insan, kendinde neyi eksik tutarsa onun sorumluluğuna sahip olur; bilginin bedeli doğruyla ve ahlakla şekillendiğinde karşılık bulabilir. gazzâlî’nin “faydasız bilgi” uyarısı ve Yunus Emre’nin “ilim kendini bilmektir” sözü, insanın bilgiyle olan ilişkisinde özünü unutmaması gerektiğini hatırlatır. Bugün, dijital çağın sınırsız bilgi sunan yüzü karşısında bilgiyi anlamlandırmak ve onu doğru bir amaca yönlendirmek için kritik bir farkındalıktır.

Bilginin ağırlığı, insanın onu nasıl algıladığı ve kullandığına bağlıdır. Medeniyet tasavvurumuzda bilgi, yalnızca bir birikim değil, ahlaki ve manevi bir sorumluluktur. Gazzâlî, İbn Haldûn, İbn Sina ve Yunus Emre’nin öğretileri, bilginin hikmetle birleşmesi gerektiğini vurgular. Her şeyi bilmek, insanın ruhunu yorar; hiçbir şey bilmemek ise onu maneviyattan koparır. İnsan, bilginin yükünü hafifletmek için onunla anlamlı bir bağ kurmalı, onu hem akıl hem de kalp süzgecinden geçirmelidir. Ancak bu şekilde bilgi, bir ağırlıktan çok, insanı yücelten bir değer haline gelir.