Medeniyet Tasavvuru Olarak Egoizm

Medeniyet tasavvuru içerisinde egoizm hem bir fırsat hem de bir tehdit.


Medeniyet, insanlık tarihi boyunca bireylerin ve toplumların ortak değerler ve amaçlar etrafında bir araya gelerek oluşturdukları kültür, ahlak ve bilim sistemlerinin genel adıdır. Bu kelime, asırlarca çeşitli zihinlerde farklı şekillerde algılanmış ve tanımlanmıştır. Bu tanımlara göre medeniyet kelimesi, şehir hayatının ortak noktası olan sosyal, siyasal, entelektüel, kurumsal, teknik ve ekonomik alanlardaki birikim, düzey ve fırsatları ifade eder. Ünlü İslam filozofu Farabi de farklı bir bakış açısıyla ele alan düşünürlerden biridir. O, “medine”, “medenî” ve “medeniyet” kavramları arasındaki ilişkiyi temel bir felsefi disiplin içerisinde incelemiş ve bunu da insanın tek başına karşılayamayacağı ihtiyaçlarını dayanışma, yardımlaşma ve iş bölümü ile giderme amacına yönelik bir hayat oluşturma düşüncesinden yola çıkarak geliştirmiştir. Peki, bu sistemlerin inşasında egoizm, yani bireylerin kendi çıkarlarını en ön plana koyması, nasıl bir rol oynar? Egoizm, bir medeniyetin yükselişinde yapıcı bir unsur mu yoksa yıkıcı bir tehdit midir? Bu deneme, medeniyet tasavvuru çerçevesinde egoizmin olumlu ve olumsuz etkilerini tartışmaktadır.

Egoizmin medeniyetin inşasındaki yeri, bireylerin kendilerine ve çıkarlarına yönelik duydukları bağlılık ile başlar. Tarih boyunca bireyler, kendi refahlarını artırmak ve daha iyi yaşam koşulları sağlamak amacıyla çalışmış, bu çabalar sonucunda bilim, sanat ve teknolojide büyük ilerlemeler kaydetmişlerdir. Örneğin, İslam Rönesansı olarak bilinen 8-13. yüzyıl Abbasiler dönemi düşünürleri ve bilim insanları, bireysel başarılarını maksimize etmek amacıyla çalışmış; bu çalışmalar ise medeniyetin temel taşlarını oluşturmuştur. Burada egoizm, bireylerin kendi yetenek ve isteklerini gerçekleştirme güdüsü olarak pozitif bir anlam taşır.

Ancak, egoizm medeniyetin yalnızca bireysel gelişimi değil, aynı zamanda sosyal dinamikleri de etkiler. İnsan doğası gereği, kendi ihtiyaç ve isteklerine öncelik verme eğilimindedir. Bu eğilim, bireylerin kendilerine daha iyi yaşam koşulları sağlama çabalarını artırırken, toplumun genel refahına katkıda bulunma zorunluluğunu da doğurur. Yani, bireylerin kendi çıkarlarına odaklanması, toplumun refah seviyesini yükseltecek ortak çabaları da tetikleyebilir. Adam Smith’in “görünmez el” teorisi bu durumu özetler; “Bireyin kendi çıkarı peşinde koşması, bazen toplumun genel yararına hizmet eder. Ancak, toplumun yararına hizmet etmesi için görünmez elin yol göstericiliği şarttır.”

Öte yandan, egoizmin medeniyet üzerindeki yıkıcı etkilerini de göz ardı etmemek gerekir. Aşırı egoizm, bireylerin yalnızca kendi çıkarlarına odaklanarak toplumsal değerleri ve etik ilkeleri yok saymasına neden olabilir. İbn Haldun bu konuda Mukaddime’sinde, İnsan, yaratılışı gereği toplumsal bir varlıktır. Toplumlar, bireylerin kendi çıkarlarını gözetmelerine rağmen, ancak toplumsal dayanışma ile ayakta durabilirler. Egoizm, ancak sosyal adalet ve yardımlaşma ile dengelenmelidir. Olarakbelirtir. Böyle bir durumda, bireylerin aşırı hırs ve çıkar odaklı hareket etmesi, toplumsal uyumu ve ahlaki değerleri sarsar. Modern toplumlarda sıkça rastlanan çevre kirliliği, gelir adaletsizliği ve toplumsal eşitsizlik gibi sorunlar, bireylerin çıkarlarını toplumun çıkarlarının önüne koymasından kaynaklanır. Bireysel refahı artırmak amacıyla doğaya ve diğer insanlara zarar vermek, medeniyetin yetkinliğini tehlikeye atan bir zemin oluşturur.

Bunun yanında, egoizmin ahlaki ve manevi anlamda bireyleri yalnızlaştırdığı ve empatiyi azalttığı bilinmektedir. Medeniyetin mihenk taşı olan güven ve dayanışma, egoizmin hakim olduğu bir toplumda zayıflar. Kişisel hırslar, zamanla toplumsal adalet duygusunun azalmasına, güvenin kaybolmasına ve sonunda toplumsal bir çöküşe yol açabilir. Örneğin, ekonomik bunalımların ve finansal krizlerin altında, bireylerin aşırı kazanç hırsıyla hareket etmesi yatmaktadır. Bu durum, medeniyetin sürdürülebilirliğini tehlikeye sokan bir yaklaşımdır.

Medeniyet tasavvurunda egoizmin yeri, bireysel çıkarlarla toplumsal çıkarların dengelenmesi gerektiği anlayışı ile belirlenmelidir. Bireyler, kendi hedefleri doğrultusunda ilerlemeleri, yeteneklerini geliştirmeleri ve potansiyellerini ortaya koymaları, medeniyetin gelişmesi için gereklidir. Ancak bu gelişim, toplumun genel refahına zarar vermemeli, aksine ona katkı sağlamalıdır. İbn Rüşd Tehafüt al-Tehafüt (Çelişkilerin Çelişkisi) eserinde, Gerçek bilgiye ulaşmak için birey, kendi çıkarlarını bir kenara bırakmalı ve evrensel değerlere odaklanmalıdır. Aksi halde, bireysel egoizmin gölgesinde kalan bir medeniyet, ilerleme kaydedemez. diyerek toplumsal çıkarları göz ardı eden bir egoizm anlayışının medeniyetin uzun vadede zarar görmesine neden olacağını belirtir.

Sonuç olarak, medeniyet tasavvuru içerisinde egoizm hem bir fırsat hem de bir tehdit olarak değerlendirilebilir. Bireylerin kendi çıkarlarını gözetmesi, toplumun da refahını artırabilir; ancak bu çıkarlar, toplumun genel değerleriyle uyum içinde olmalıdır. İnsanın kendi refahını düşünme eğilimi, toplumla uyum içinde kullanıldığında medeniyetin ilerlemesine katkı sağlar. Fakat aşırıya kaçıldığında, medeniyeti sarsan, hatta yok eden bir unsur haline gelir. Bu nedenle, bireysel çıkarlar ile toplumsal değerler arasındaki dengeyi bulmak, medeniyetin sürdürülebilirliği için önemlidir. Medeniyet tasavvurunda egoizmin yeri, bireysel ve toplumsal çıkarların uyum içinde şekillendiği bir anlayışla belirlenmelidir.