Bir Amaca Bağlanmayan Ruh

Hayatı anlamdıran şey aslında uğruna yaşanan amaçlardır.


Bir ütopyada yaşadığımızı düşünelim. İstediğimiz her şeye anında kavuştuğumuz, dileklerimizin her an gerçekleştiği bir dünya. Sınır yok, acı yok, çaba ve gayret yok. Sadece istemek ve yaşamak. Her şey çok güzel ve artık sınıfsal fark diye bir şey kalmadı. Refah ve bolluk içinde yaşayan insanlar. Başta her şeyin çok güzel olduğunu açlığın, yoksulluğun, sefaletin bittiğini insanların mutluluk içinde yaşadığını ve daha da ilerleyen insanların bir arada olduğunu düşünürüz herhalde. Doğru aslında her şey böyle başlar ve herkes mutlulukla yaşamaya başlar. Peki ya sonra?

İnsan var olduğu sürece sürekli bir amaca bağlı olarak yaşar. Bu amaçlarla hayatlar yeniden anlam bulur ve uğruna yaşayacak yeni değerler oluşur. Bu değerler bize yeni yol haritaları çıkarır. Bizler de bu değerlere bağlı olarak kararlar verir ve kendi kaderimizi kendimiz oluştururuz. Bu değerleri oluştururken aslında en önemli şeylerden biri de içine doğduğumuz yaşamın koşulları olur. İçine doğduğumuz toplumun ve ailemizin zihniyeti, ekonomik koşullar, hayat standartları, doğduğumuz coğrafya ve daha niceleri bizi bugün olduğumuz kişiliğe getirir. İster iyi ister kötü olsun sonunda seni sen yapan şeyler aslında bu koşullar ve senin bunlara yorumun sayesinde oluşur. Fakat bu koşullar birden bire eşitlenirse ne yaşanır? Her isteğin gerçekleşmesi demek bu olur aslında herkes aynı koşullar altına girer ve artık ortada bir amaç kalmaz. Uğruna yaşayacak bir amacın ve koşulların olmadığı bir dünyada ''Yeni Amaç'' ne olur peki?

Aslında geçmişte bazı toplulukların başına gelmiş bir olaydır bu. Yani tabii ki her istedikleri olmaz ama refah seviyeleri yüksek hale gelmiş ve bolluk ve bereket içerisinde yaşayan kavimler bir süre sonra düşüncelerine yönelmeye başlamıştır. Mesela Antik Yunan döneminde refah seviyesinin yükseldiği bir dönemde felsefesinin doğuşunun yaşandığını biliyoruz. Diğer bir yandan da Antik Roma'nın refah seviyesiyle birlikte aşırı lüks ve ihtişama bürüdüğünü, ahlaki çöküntülerin yaşandığını ve sonrasında da siyasi çalkantılar, askeri gücünün zayıflaması ve ekonomik krizlerle kendi sonunun yazıldığını da biliyoruz.

Yani aslında bunun tam olarak bir sonucu yoktur. Ruh bir amaca sürekli bağlanma eğilimindedir. İstediğimizden bile fazlasına sahip olsak da ruh kendine yeni amaçlar bulur ve onlara bağlanır ama bu amaçlara anlam veren bizim değerlerimiz ve karakterimiz olur. Tıpkı iki toplumda da farklı şekilde zuhur ettiği gibi. Yani hayatı anlamlı kılan bizim değerlerimiz ve onlar uğruna oluşturduğumuz amaçlar ve bu yolda yürüdüğümüz çizgidir.