Bir İdam Mahkumunun Son Günü

Benim yaşımda bu şekilde ölmek dehşet verici.

İnsan kitap okuduğunda sayfalar arasında dalıp gitmek, olaylar içinde akıp gitmek ve başka hayatlara geçiş yapmak ister. Ben Victor Hugo’nun okuduğum her eserinde bu tarif edilemez halleri yaşıyorum. Hayran kalıyorum okuyucuya bu kadar yoğun duyguları geçiştirdiği için. Kendisi Fransız edebiyatının en ünlü isimlerinden, romantik akımın en tanınmış adları arasında ve toplumsal sorunlar ve politikayla yakından ilgilenmiş bir yazar.

Bu eserinde yazarımız idam cezasına taviz vermez bir tavırla karşı çıkıyor. İdamın kişiler üzerinde nasıl bir acı yarattığını işliyor sayfalarca ve adından anlaşılacağı gibi ölüm vurgusunu içten işliyor. Günlerce idam gününü bekleyen, beklerken eriyip biten. Kürek cezası ve ölüm cezası arasında gidip gelen ölüm cezasını kürek cezasına bin kez tercih eden ama gün geçtikçe Greve meydanında giyotin sehpasına çıkmaktan korkan. Hücrenin içinde dört duvar arasında dönüp duran düşünceleriyle boğulan bir adam var.

BİR ADAM VAR! Ölüme yakın zamanlarında saç sakal birbirine karışmış kirli duvarlar arasında kirli kalan, kendisini tanımayan ve onu görmeye gelip benim babam daha yakışıklı diye cümle kurduğunu duyan bir kızı olan.

Kasten işlemediği bir cinayet ile suçlanan idama mahkûm edilen bir adam var.

Ölüm anınıza saatler kaldığını düşünün. İnsan nasıl hisseder? O kabulleniş o bekleyiş acı dolu. Beklemek zaten bir cehennemdir. İçinde hem ümit hem acı besleyen bir cehennemdir. Kahramanımız bu bekleyişlerini tek tek eline alıp sayfalarca bizimle paylaşıyor işte.

Son olarak bu kitaptan içeriğini tam olarak anlayıp ve etkileneceğinizi düşündüğüm birkaç alıntı bırakıyorum sizlere:

İnsanların hepsi belirsiz bir süre için ertelenen ölüm cezasına mahkumdurlar.

Suçlu, yüreğiniz temiz mi?

Manevi acının yanında fiziki acının ne önemi var?

Onlar şapkalarını çıkarıyor, ben de kellemi, dedim.