Bir Yudum Sevgi
Ele geçmeden yitirilen özgüven.
Geçen gün bir arkadaşımın başına talihsiz sayılabilecek bir olay geldi. Olayın kendisi özel olduğu için burada açıkça paylaşmak uygun olmayacak fakat durumun üzerine konuşurken kendisi olayı açıklayacak olan şöyle bir cümleyi kullandı:
Özgüveni yok ki, gelip yüzüme söylesin. İşte o yüzden arkamdan atmış tutmuş!
Özgüveni yok ki!
Doğru tespit dedim içimden. Sonra üzerine düşündüm. Yaşadığımız topraklarda yetişmiş hangi kimsenin gerçek anlamda bir özgüveni var ki? Özgüven ne diye sorsak, şöyle bir çıksak sokağa acaba nasıl cevaplar alırız? Neyse şimdi oralara girersek işimiz dipsiz kuyuda özgüven aramak :)
Dönelim bu yazıya ilham olan ve arkadan atıp tutan şu arkadaşa. Acaba bu arkadaşın özgüveni gelişsin diye ona yol gösteren bir ailesi, ona koşulsuz sevgi veren bir annesi, her koşulda yanında duracağını söyleyen bir babası olmuş muydu? Çocukken ona fikri sorulmuş muydu? Söz hakkı tanınmış mıydı? Ağladığı zaman derdini dinleyen, anlat yavrum denilen bir ortama sahip olabilmiş miydi bu arkadaş? Cesaretlendirilmiş miydi güvenilir olmak için? Güçlü olduğuna inandırılmış mıydı?
Maalesef ki, özgüvenin yolu "göster oğlum kendini"lerden ve bazen de tek derdin kız çocuğun başının bağlanması olduğu o çorak ve koşullu geçitlerden geçmiyor. Hemen hemen her anne baba çocuğunu sever ve iyi olsun isterler. Burada sevginin kendisine bir lafım yok. Benim lafım birazcık, bu sevginin nasıl bir şey olduğunu bilemeyişimize olacak.
Çocuğu ve çocuğunun geleceği için neredeyse ömrünün en canlı, en güzel yıllarını çalışarak harcayabilen, çocuğunun ayağı taşa değse dünyayı yerinden oynatabilecek kadar çocuklarını seven bu aileler iş çocuğu sevgi ile beslemeye geldiğinde nasıl bu kadar çaresiz ve korkulu tepkiler verebiliyorlar?
Hadi düşünelim nasıl olur bu? Balın tadını bilmeyen birine balı nasıl anlatırsınız? Tattırmadan, dokundurtmadan nasıl anlatabilirsiniz? Bir de üzerine hiç bilmediği bir şeyi anlamadığı için ona kızabilir misiniz? Hiç görmemiş ki, tatmamış, bilmemiş. Nereden bilecek? O bal nedir biliyor musunuz dostlar? O bal sevgidir!
Sevgiyi tatmayan, bilmeyen, görmeyen verebilir mi başka birine? Hissetmediğini hissettirebilir misin başkasına? Şimdi buraya nereden geldik biz? Özgüvenden geldik, sonra aileye girdik, şimdi ise sevgideyiz. Tek gerçek olan ve en sağlam zemin; sevgi!
Özgüven sadece sevgi ile oluşur, gelişir ve tamamlanır. Tamamlandığı noktada ise tohumdan gelişen ve sonunda açan bir çiçek gibi hem özünü bulur hem de diğerlerine de özünü bulması için yardımcı olur.
Peki, sevgiyi ilk tanıdığımız,bildiğimiz ve öğrendiğimiz yer neresi? Tabiki de ailemiz ya aile olarak bellediklerimiz. Ailemizin öğrendiği yer de onların kendi ailesi. Bu işler aynı kelebek etkisi. Çoğumuz bir şeylerin eksik olduğu evlerde büyüdük. Belki de en büyük eksik sevgi ve neşeydi. Çoğumuzun ailesi bir evin ve işin, yavrusunu güvenceye alabilecek en önemli şeyler olduğunu düşündü ya da düşündürüldü şartlardan ötürü. Onlar da belki, böyle var edebileceğine inandılar sevginin.
Çok uzağa da gitmeye gerek yok, şöyle; iki üç nesil öncemizi, bulunduğumuz toprakları, hayatın şartlarını düşündüğümüzde bu yokluğun, korkunun ve çaresizliğin nereden geldiğini anlayabiliriz. Bizler acı tohumların yaralı çiçekleri olduk belki de. Fakat suçlamadan ve anlayarak kabul edelim ki herkes çok iyi iş çıkarttı.
Çünkü o zamanlarda da yaşamak bir savaştı ve savaşın içinde sevgiyi yeşertmek pek bir zor olsa gerek.
Yani uzun lafın kısası kanayan yaralar ile sarı papatyalar ekilmiyor ve sevginin olmadığı yerde ise özgüven gelişmiyor. Çoğu şey bir savaş gibi kazan ya da öl şeklinde ilerlemeye devam ediyor. Anlatmanın derdinde olduğum şey ise neyin nereden geldiğini bilirsek, çözümün de nerede olduğunu bulabileceğimizdir. Kendimizi okumamız ve araştırmamızdır. Farkında olmak karanlığı aydınlatmaktır.
Sevgi ve saygılarım ile.
*Balın tadını bilmeyene balı nasıl anlatırsın örneği, çokça kıymetli bir büyüğümüzden, çokça kıymetli bir hayat dersidir. Yazıda örneklemek adına zat-ı şahanelerinden ilham alınmıştır.