Bölüm 3: Cermen Tarihinin Muhafazası — İskandinav Mitolojisi
Cermen tarihinin korunmasında ve kültürel miraslarının gelecek nesillere aktarılmasında İskandinav mitolojisi ve Eddaların rolünü izliyoruz.
Cermenler, bugünkü Almanya, Avusturya, Bohemya ve Cermanya’da MÖ 3. yüzyıldan 9. yüzyıla kadar yaşayan halk veya bu halktan olan kimselerdir. Avrupa Hun İmparatorluğu’nun Kavimler Göçü ile Cermen halkı da Avrupa’ya yol almıştır.
Cermen halklarının kökenleri belirsizdir. Bu insanların, erken dönemlerde kendilerine ne isim verdikleriyle ilgili hiçbir fikrimiz yoktur. Romalılar onlarla tanıştıklarında, çok çeşitli kabile isimlerine sahiptiler. Peki, “Cermenler” ismi nereden gelmektedir? Bu ismi kullanan ilk antik yazar, MÖ 100 civarında, Yunan filozof ve seyyah Posidonius’tur. Bazı modern araştırmacılar yazarın bu kelimeyi, erken dönem Cermen dilinde “mızraklı adam” anlamına gelen “gaizamannoz” kelimesinden türettiğini düşünmektedir ya da “hemşeri” veya “erkek kardeş” anlamına gelen bir kelimeden türediği söylenir. Her iki durum için de, bir kabilenin kendisi için kullandığı veya komşu kabilesine taktığı isim olabilir. Posidonius’tan 200 yıl kadar sonra yaşamış Romalı tarihçi Tacitus da bu şekilde düşünmektedir. Ren nehrinin doğusundan Galya’ya hareket eden ilk kabilelerden birisinin isminin “Cermenler” olduğunu ve bu ismin zamanla yaygınlaştığını yazmıştır. Ancak diğer taraftan, Posidonius ve Tacitus’un yaşadığı dönemlerin arasında yaşayan coğrafyacı Strabo, ismin Romalılar tarafından üretildiğini söylemiştir. “Keltlere benzedikleri için ve hatta daha öfkeli ve uzun boylu oldukları için, Romalılar ‘genuine’ (Keltler) ismini sadeleştirerek onlara ‘Germani’ ismini takmıştır” diye yazmaktadır.
Genç Tunç Çağı’nda, güney İsveç’te , Danimarka yarımadasında ve batıda Ems Nehri , doğuda Oder Nehri ve güneyde Harz Dağları arasında kalan kuzey Almanya’da yaşadıklarına inanılmaktadır. Vandallar, Gepidae ve Gotlar MÖ son yüyzyıllarda Güney İsveç’ten göç ettiler ve kabaca Batı’da Oder, Doğu’da Vistül Nehri arasında Güney Baltık kıyısı alanını işgal ettiler. Erken bir tarihte, güneye ve batıya doğru göç de vardı. O dönemde batı Almanya’nın büyük bir bölümünde yaşayan Kelt halkları: örneğin, MÖ 1. yüzyılda Germen halkları tarafından günümüzde İsviçre sınırları içerisinde kalan bölgeye hapsedilen Helvetler, bir zamanlar doğuda Main Nehri’ne kadar uzanıyordu. MÖ 2. yüzyılda Germen halklarının baskısı altında kalan Kelt halkı Helvetler, güney Almanya’dan günümüzün kuzey İsviçre’sine göç ettiler.
Julius Caesar (Sezar) dönemine gelindiğinde, Cermenler Ren Nehri’nin batısında yerleşmişlerdi ve güneyde Tuna Nehri’ne kadar ulaşmışlardı. Julius Caesar, Galya Seferi (M.Ö. 58–50) sırasında Cermen kabileleriyle ilk ciddi temaslarını kurdu. Bu seferler sırasında, Cermen kabileleri Roma’nın tehditleriyle karşı karşıya kaldı ve bazı Cermen kabileleri Romalılarla çatışmalara girdi. Bu dönemde, Cermen kabileleri ile Roma arasındaki etkileşimler artarak devam etti. Cermenler, Roma ile ticaret yapmaya ve kültürel etkileşimde bulunmaya başladılar.
Roma ile ilk büyük çatışmaları M.Ö. 2. yüzyılın sonunda, Cimbri ve Teutonların (Teutones) Güney Galya ve Kuzey İtalya’yı işgal etmeleriyle gerçekleşti; bu kabileler, M.Ö. 102 ve 101 yıllarında Gaius Marius tarafından yok edildiler. Pytheas’tan itibaren bazı bireysel gezginler kuzeydeki Cermen ülkelerini ziyaret etmiş olsalar da, Romalıların Cermenler ile Keltler arasında kesin bir ayrım yapmayı öğrendiği dönem, ancak M.Ö. 1. yüzyılın ilerleyen zamanlarında olmuştur. Bu ayrım, Julius Caesar tarafından büyük bir açıklıkla yapılmıştır. Ren Nehri’nin batısına sızan Cermenleri Roma İmparatorluğu’nun sınırlarına dahil eden de Caesar’dı ve mevcut en eski Cermen kültürü tanımını veren kişi de yine o’ydu. M.Ö. 9'da Romalılar, sınırlarını Ren’den Elbe’ye doğru genişlettiler, ancak M.S. 9'da Arminius’un önderlik ettiği bir Cermen isyanı, Roma’nın sınırlarını tekrar Ren Nehri’ne çekmesiyle sonuçlandı.
Bu işgal dönemi ve M.S. 1. yüzyılda Roma ile Cermenler arasında yapılan birçok savaş sırasında Roma’ya Germenler hakkında büyük miktarda bilgi ulaştı ve Tacitus, M.S. 98 yılında “Germania” adıyla bilinen kitabını yayınladığında, kitaba ait tüm bilgiler güvenilir kaynaklara dayanıyordu. Bu kitap, var olan en değerli etnografik eserlerden biridir. Arkeolojik çalışmalar Tacitus’un verdiği bilgileri birçok açıdan tamamlamış, genel olarak doğruluğunu teyit etmiş ve konuya dair öngörülerini desteklemiştir.
Cermenler ve Roma İmparatorluğu arasındaki bu ilk temaslar, iki kültür arasındaki etkileşimlerin temelini atmış oldu ve sonraki yüzyıllarda Cermen kabilelerinin Roma’nın düşüşünde önemli bir rol oynamasına zemin hazırladı.
Germanya, Cermen toplumunu birçok yönüyle tarif etmektedir. Tacitus doğal olarak askeri konularla ilgilenmiştir, örneğin Cermenlerin seyrek olarak kılıç kullandıklarını, yerine hem fırlatarak hem de sokarak kullanabilecekleri mızrak taşıdıklarını yazmıştır. Az sayıda savaşçının kask ve zırhları vardı; savunma için renkli boyanmış kalkanlarını kullanıyorlardı. Cermenler savaşa girdiğinde özel bir şarkı veya naraları vardı; “cesaretin çığlığı olduğundan, fazla bütünlük gösteren bir ezgi değildi. Esasen sert ve karışık bir kükremeydi, kalkanlarını ağızlarına koyduklarından daha yoğun ve daha derin bir sese dönüşüyordu”.
Tacitus, Germenlerin eski şarkılarına göre, Tanrı Tuisto’nun oğlu ve Yeryüzü’nün torunu olan Mannus’un üç oğlundan türediklerini aktarır. Bu nedenle, Germenler üç gruba ayrılmışlardı: Ingaevones, Herminones ve Istaevones, ancak bu sınıflandırmanın temelinin ne olduğu bilinmemektedir. Tacitus, Mannus’un daha fazla oğlu olduğu ve bunların Suebi, Vandal ve diğer kabilelerin ataları olarak kabul edildiği bir soyağacı varyantını da kaydeder. Her durumda, bu şarkıların yaygın olması, Tacitus’un döneminde çeşitli Germen halklarının birbirleriyle olan akrabalıklarının farkında olduklarını gösterir. Roma hizmetindeki bireysel Germenler bazen kendilerinden “Germani” olarak bahsetseler de, Ren Nehri’nin ötesindeki özgür Germenler, M.S. 11. yüzyıla kadar kendileri için toplu bir isim kullanmamışlardı. Bu dönemde, diutisc (modern Almanca’da “deutsch”, yani “halktan olan”) sıfatı popüler hale gelmiştir. “Germani” kelimesinin anlamı ve hangi dile ait olduğu bilinmemektedir.
Cermenlerin din anlayışı, çok tanrılı bir inanç sistemine dayanıyordu ve doğayla derin bir bağa sahipti. Tanrılar, doğanın unsurlarıyla ilişkilendirilerek, tarım, savaş ve bereket gibi yaşamın temel alanlarını etkileyen figürler olarak görülüyordu.
Örneğin, savaş tanrısı Týr, zafer ve cesaretle, bereket tanrıçası Nerthus ise toprak ve doğanın bereketiyle ilişkilendiriliyordu. Cermenler, doğadaki ruhların varlığına inanıyordu ve bu ruhlara saygı göstererek, onları yatıştırmaya çalışıyorlardı. Bu inanç sisteminin bir parçası olarak, ritüeller ve festivaller düzenleyerek tanrılara ve ruhlara şükranlarını sunuyorlardı. Ayrıca, atalara saygı, toplumsal yapılarında önemli bir yer tutuyordu; geçmişteki kahramanların ruhlarının, topluluğun refahı için koruyucu birer güç olduğuna inanıyorlardı. Bu halkın din anlayışı doğa, tanrılar ve atalar arasındaki ilişkiyi yücelten, çok katmanlı ve zengin bir inanç sistemiydi.
Tacitus döneminde Germen halkları geniş bir alana yayılmıştı. Chatti, günümüz Hesse bölgesinde, Frisii ise Ren ile Ems nehirleri arasındaki kıyılarda yaşıyordu. Arminius’un halkı olan Cherusci, Chauci’nin güneyindeydi, Suebi ise Mecklenburg, Brandenburg, Saksonya ve Thüringen’e kadar geniş bir bölgede bulunuyordu. Suebi halkına bağlı Semnones, Havel ve Spree nehirlerinin çevresinde, Langobardlar ise onların kuzeybatısında yaşıyordu. Angli halkı, Schleswig’deki Angeln yarımadasında Tanrıça Nerthus’a tapıyordu. Tuna sınırına yakın bölgelerde Hermunduri, Marcomanni ve Quadi halkları yaşıyordu. Baltık kıyılarında Gotlar, Gepidler ve Vandallar bulunuyordu. İsveç’te ise Suiones ve Sitones halkları yaşıyordu. Tacitus’un zamanında tanınmayan Saksonlar ve Burgundlar ise daha sonra tarih sahnesinde önemli hale geldiler.
3. yüzyılın sonlarına doğru, Germen halkları arasında büyük değişiklikler yaşandı. Ren Nehri’nin doğusunda, Tacitus’un bahsetmediği üç büyük konfederasyon ortaya çıktı. Roma’nın Ren sınırı karşısında Franklar bulunuyordu, Burgundlar ise yaklaşık 260'ta Main Vadisi’ni işgal etmişti ve Kara Orman bölgesi (Agri Decumates) ise Alemannilerin kontrolüne geçti. Burgundlar muhtemelen doğu Almanya’dan göç etmişlerdi. Ayrıca Tacitus’un bahsettiği Baltık kıyısındaki halklar, 2. yüzyılın ikinci yarısında güneye hareket ederek Gotlar, Gepidler ve Vandallar ile birlikte bölgeyi kontrol etmeye başladı. Gotlar, bu dönemde Ukrayna ve bugünkü Romanya’yı ele geçirdi.
500 yılına gelindiğinde, Angl ve Saksonlar Britanya’ya yerleşmiş, Franklar kuzeydoğu Galya’yı kontrol ediyordu. Burgundlar Rhône Vadisi’nde, Visigotlar ise İber Yarımadası’nda hüküm sürüyordu. Ostrogotlar İtalya’da yerleşik hale gelirken, Vandallar Kuzey Afrika’da güçlü bir krallık kurmuşlardı. 507'de Franklar, Visigotları Pireneler’den Loire Nehri’ne kadar uzanan Galya’daki topraklarından çıkardı. Visigotlar, 711 yılında Müslümanlar tarafından fethedilene kadar İspanya’da hüküm sürdü. 568'de Lombardlar İtalya’ya girerek 774'e kadar bağımsız bir krallık kurdu. Doğu Almanya’da Gotların boşalttığı topraklara Slavlar yerleşti, ancak 8. yüzyılda Almanlar doğu Almanya, Aşağı Avusturya ve Styria ile Karintiya’nın bir kısmını Slavlardan geri aldı.
Şiirsel Edda’nın Codex Regius’unun korunması büyük şanstı. Pagan el yazmalarının genel olarak yok edilmesi, Avrupa’da 18. yüzyılda meydana geldi. Buna ilavaten, 1728'de Kopenhag’daki Büyük Yangın [Copenhagen Fire of 1728], Kopenhang Üniversitesi kütüphanesinde bulunan 35.000'den fazla kitap ve oldukça geniş bir tarihi belge koleksiyonu da dahil olmak üzere trajik bir şekilde şehrin en az üçte birini yaktı.
Cermen tarihinin ve mitolojisinin derinliklerine indikçe, insanlığın köklü geçmişine dair birçok önemli gerçek ortaya çıkıyor. Cermenler, sadece savaşçı ruhlarıyla değil, aynı zamanda doğal dünyayla olan derin bağları ve toplumsal yapılarına entegre edilmiş inanç sistemleriyle de dikkat çekiyor. Tacitus’un yazdığı gibi, tanrıların ve ataların ruhlarının varlığı, Cermen halklarının kimliğini ve yaşam biçimini şekillendiren bir güçtü. Bu inançlar, tarih boyunca kaybolan ve yeniden keşfedilen bir mirasın parçası haline geldi. Cermenlerin gelenekleri, onların yaşamlarına anlam katarken, kültürel hafızalarını ve kimliklerini korumalarına olanak tanıdı.
Bugün Edda’lar, eski Cermen tarihinin bir anahtarıdır. Çok geniş bir mitoloji kaynağı olan Edda’lar, insanlar, tanrılar ve doğa arasındaki yakın ilişkileri ve bu inançlara dayanan derin saygıyı ortaya koymaktadır. Bu özellikle İzlanda Pagan inanışının yeniden canlandırması açısından değerli olmuştur. Edda’ların korunması ise, sadece geçmişin bir hatırlatıcısı değil, aynı zamanda çağdaş toplumlar için de bir rehber niteliğindedir. İlaveten Edda’ların dünya çapındaki İskandinav çalışmaları için kaynak olarak kullanımı, onların skolastik ayırıcılığını göstermektedir. Hem Prose Edda (Nesir Edda) hem de Elder Edda’nın (Yaşlı Edda veya Şiirsel Edda) şiirsel sayfalarındaki tarihi elinde tutan ve İzlandalıların kıymetli miraslarını hatırlama ve koruma konusundaki kararlılığının bir kanıtı olan ulusal değerleridir.
Bu bakış açısı, insanlığın tarih boyunca karşılaştığı zorluklar ve dönüşümler ışığında, bireyin kimliğini ve kültürel mirasını nasıl oluşturduğunu anlamamıza yardımcı oluyor.
Bundan sonraki yazımızda, İskandinav mitolojisindeki Tanrıça Nerthus’u ve onun doğa ile olan bağlantısını inceleyeceğiz. Nerthus’un hikayesi, Cermen inanç sistemlerinin ve doğayla olan derin bağlarının bir yansıması olarak, insan ruhunun doğadaki döngülerle nasıl bütünleştiğini anlamamıza olanak tanıyacak. Bu yazıda, mitolojik figürler üzerinden bireyin ve toplumun doğa ile olan ilişkisini daha geniş bir perspektiften ele almayı amaçlayacağız.
Okuduğunuz için teşekkürler. Bir sonraki seferde görüşmek dileğiyle, hoşça kalın.