Borç

Etten bir kafes altında anlam arayışı

Doğumla başlayan her hikaye ölümle biter. Ve her hikaye iç içedir aslında. Birbirlerine hizmet eden bu hikayeler varlığın anlam arayışından ortasında akar gider. Var olmuş her beden ise ruha borçludur. Ruh dünyaya kendini gerçekleştirebilmek için gelir dünyaya. Yaşadığı bu anlam arayışı, sancılar, kayboluşlar gerçeği bulana kadar sürer. Çünkü gerçekte ne istediğini bilmek sanıldığı kadar kolay değildir.

İster istemez kendimizi zaman zaman zorladığımız, yapmayı istemediğimiz ama zorunluluktan yaptığımız şeylerde buluruz. Bu şeyler sandığımız kadar zarar vermez değil aslında. Bunu zaman içinde fedakarlıklar bir kambur gibi sırtına binince anlar insan. Ve bir ruha yapılmış en büyük kötülük ona böyle yükler bindirmektir. Bir bedene sıkışmış ruh aynı zamanda sorumluluklara, vicdana ve daha da fazlasına da hapsolmuştur. Zaman içinde yaptıklarımız bir ruhsal sancılara sebebiyet verir. Ruh sanki ezilir geçmişin yükü altında. Kendini gerçekleştiremediği her an daha da kaybolur, daha da acı çeker. Kendisine ait olmadığı sorumluluklar altında kaybolur gider.

Ve bir gün artık aramak tamamen bittiğinde rahatlar ruh. Sırtındaki bütün yükleri attığında. Çünkü her şeye rağmen, sorumluluklara, vicdana ve daha da ötesine rağmen ruhun bir tek amacı vardır: Kendisi olabilmek. Ve siz onu bu kafeslerden kurtardığınızda, hayattaki anlam arayışı biter. Ölüm, sadece bedenin sonudur; ruh ise, kendini gerçekleştirmişse, hikayesini tamamlamışsa... huzurla yürür sonsuzluğa.

İşte o zaman, doğumla başlayan her hikaye gerçekten bir anlam kazanır. Ve biter — ama eksilmeden, eksiksiz.