Buradan Gitmeli
'till forever falls apart
Buradan gitmeli, uzakta düzlükler var. Biliyorum, bazıları cennete bakıyor hatta. Bazılarında cennetteki insanlar var. Bazı yerler cennetin ta kendisi. Oysa ben bu kuru iklimli dünyamda aynı hayata farklı pencereler ve şehirlerden bakıyorum. Arkamda bırakıyorum şehirleri, arkamda bırakıyorum evleri ve arkamda bırakıyorum insanları. Evler kayboluyor geçmişimde, şehirler kayboluyor, insanlar kayboluyor. İnancımı da kaybediyorum tüm bunlarla beraber. Kalbimde taşıdığım hayat inancı da kaybolup gidiyor bana sonsuz uzunlukta gelen yirmi beş yılda. Bir yüreğimdeki ağırlık kalıyor, bir başımdaki sızı.
Nereye gitsem benimle gelen bir kaçı var hayaletlerimden. Biri "Geçmiş." diye fısıldıyor. Biri "Gelecek." Üçüncüsü en zoru, "Şimdi." diye. Oysa ben hiçbirine yetişemiyorum.
Ses hızına yakın gitmekte olan bir trende sarsılarak ve gürültüyle yol alıyorum. Gözüm geçtiğimiz yolda birkaç şeye takılmış inatla onları izlemeye çalışıyorum. Artık karanlık olan yolda çoktan kaybolup gittiler ancak ben gözümü başımı uzattığım penceredeki o karanlık yoldan ayırmıyorum. Yanımdakini ve önümdekini de göremiyorum bu yüzden. Öyle inatçıyım ki. Canım acısın diye öyle büyük inat ediyorum ki. O acıdan başkasını düşünemiyorum. Tren hem dursun istiyorum hem de sonuna kadar gitsin, sonsuza.
Koşmadan nefes nefese kalıyorum gece olup da başımı yastığa koyduğumda. Kalbim çarpıyor, kaybolmak istiyorum ansızın, dağlardaki sabah sisi gibi. Eğer birazcık gücüm olsa olduğum yerden de kendimden de kaçardım.
On dokuz yaşında benden daha bilge olan biri vardı. Adımız aynıydı; anamız babamız, doğduğumuz gün aynıydı; onu da geçmişimde bir yere gömdüm, onun yerine yaşlandım, onun yerine yaralandım; ondan geriye yastığa akıttığı gözyaşları ve kırılmış anısı kaldı.
Bir sabah uyandı, kendine dedi, "Tüm kaçışlar kendindendir." Gülümsedi acısına. "Ancak vardığında anlarsın ki, tüm kaçışlar kendinedir."
Bana bunu on dokuzuncu yaşının son günlerinden miras bıraktı. Sonra kalbimde, en derinlerimde bir yerde uykuya daldı. Bir daha uyanmak istemiyordu. Onu kucakladım, en değerli kumaşlarıma sardım ve zihnimin en huzurlu ve en unutulmuş köşesinde defnettim.
Acıma gülümseyecek kadar cesur değildim onun aksine. Cesaretimi geçen her günle birlikte kaybettim ondan sonra. Acımdan kaçacak kadar dizlerimde güç kalmadığı günlerde onu görmezden geldim. Bir hayalet, canavar gibi ensemde ve saçlarımın arasında gezinen korkuyla ayakta kalamazdım. Dizlerimin üzerine çöktüm, gözlerimi sıkıca kapattım ve beni ele geçirmelerine izin verdim. Korkunun ve acının kuklası olan biri bu yaşta en fazla bu kadar iyi olabilirdi.
Anlaşılmayan, kabul edilmeyen ve sarılmayan acı böyle kötü bir ruha dönüşüyordu, canavara dönüşüyor ve en güvenli yerlerin bile karanlık köşelerinde seni bekliyordu. Yatağının altına saklanıyor, seni de yanına çekmek, aklını tamamıyla senden almak için fırsat kolluyordu. Kalbim sıkışıyor günün her anında. Beni alıyor, yere fırlatıyor. Ayakları altında eziyor. Şikayet etmiyorum, aklıma bile gelmiyor. Hak ettiğimi biliyorum. Daha fazlasını hak ettiğimi herkes biliyor.
Hayal kırıklığına uğramaktan kendimi alamıyorum. Kırılıyorum. Her gün daha fazla kırgınlaşıyor ve her şeye kırgınken buluyorum kendimi. Gelen geceye de öyle, doğan güneşe de. Ben kendi hayal kırıklıklarımdan sorumlu ve kendime böylesine kırgınken nasıl olur da başkalarını bana verdikleriyle kabul ederim. Kendime yetemediğim için kimse bana yetemiyor, öylesine açgözlüyüm ki bu çılgınlıktan başkası değil. Bu açlık bitirecek beni, başkası değil.