Cadı ve Kurt
“Avcı,” dedi Cadı sanki hatırlamaya çalışıyormuş gibi, “Sen uyurken mideni yaran avcı mı?”
“Avcı’dan beri böyle hissediyorum kendimi.” dedi Kurt.
“Avcı,” dedi Cadı sanki hatırlamaya çalışıyormuş gibi, “Sen uyurken mideni yaran avcı mı? Hani içini açıp taş doldurup kapatmışlar, O avcı mı?”
Kurt başını eğdi.
“Arkadaşın mıydı?” diye sordu Cadı.
Kurt duraksadı. “Evet.”
Cadı başını yavaşça aşağı yukarı salladı. Kurt pençelerine bakarak konuşmaya başladı.
“Bundan yıllar önce bir gün ormanda karşılaştık. Hayatımda ilk defa bir insan görüyordum. O da ilk defa bir kurt görüyormuş, sonradan öğrendim. Çok gençti daha. Tüfeği bir garip tutuyordu.”
Cadı Kurt’un gözlerine bir ışıltı geldiğini fark etti.
“Bir süre öyle durduktan sonra ‘Seni vurmak istemiyorum’ dedi. Ben de ‘Vurma o zaman.’ Dedim. Konuştuğumu duyunca yüzünün aldığı şekli unutamıyorum. Onu deli olmadığını ikna edene kadar canım çıktı.”
“Sonra gide gele arkadaş olduk, birlikte avlandık, sohbet ettik.” Diye devam etti Kurt.
“Kırmızı başlıklı kıza kadar.” Dedi Cadı.
Kurt sustu.
Sessizlik oldu.
“Birisi karnını yararken nasıl uyanmadığını anlamıyorum.”
Kurt gözlerini devirdi. “Uyandım zaten, ölü gibi gözüküyor muyum?”
“Karnın deşilmiş gibi gözüküyorsun.” Dedi Cadı başıyla pembe izi göstererek. Kurdun alt gövdesinde yamık yumuk dikilmiş bir yara vardı.
“Bu-Ben, öyle bir şey değil-”
Cadı kaşlarını kaldırdı. “Ama Avcı açtı bu yarayı, değil mi?”
“Evet ama-”
“Çünkü sen küçük kızla babaanneyi-”
“Hayır!”
Cadı duraksadı. “Hayır mı?”
Kurt bakışlarını kaçırdı. Cadı Kurt’un kulaklarının seğirdiğini gördü.
“Ben hiçbir insana zarar vermem.” Dedi Kurt. “Asla.”
“O zaman neden-”
Kurt sözünü kesercesine derin bir nefes alınca Cadı sustu.
“Korktular çünkü.” Dedi Kurt. “Kurdum ben.”
“Ve evlerindeydin.”
Kurt sessiz kaldı.
Cadı biraz geri çekildi. Gözlerini kıstı. “Onları yemeyecektiysen neden evlerindeydin ki?”
Kurt düşmanca baktı Cadı’ya. Isırır gibi konuştu. “Herkesi kendin gibi sanıyorsun. Ben senin gibi çocuklardan beslenmiyorum.”
Cadı gözlerini ondan ayırmadı. “Öyle mi? Nereden duydun bunu?”
“Bir yerden duymama gerek var mı?” dedi dalga geçer gibi. “Cadısın sen.”
“Ve sen de bir etobursun.”
“Ben farklıyım!” diye döndü ona. “Ben-”
“Asla bir insana zarar vermezsin,” Diye kesti Cadı. “Doğru. Az kalsın unutuyordum. Cadıların nasıl beslendiğini de benden daha iyi bilirsin, hatta eminim benim bir cadı olmadığımı da biliyorsundur.”
Kurt Cadı’ya döndü.
“Ya da şöyle demeliyim, neden insanların bana Cadı dediklerini benden daha iyi biliyorsundur.”
“Sana Cadı diyorlar çünkü sihir yapıyorsun.” Dedi Kurt kafası karışık bir şekilde ve Cadı’nın elinde bir çiçek belirdi.
“Evet. Ama Eskiden bana Peri Ana da derlerdi. Gerçi sanırım bu aralar Cadı çok daha popüler.”
Bir sessizlik oldu.
“Neden daha önce-”diye başladı Kurt.
“Nasıl tanımlandığımı bilmiyordum.” Dedi Cadı gülümseyerek. “En azından çocuklar gelene kadar.” Kurt’a hızlı bir bakış attı. “Ama eminim hepiniz benim nasıl çirkin, yalnız ve korkunç olduğumu da biliyordunuz. Çünkü benim anladığım kadarıyla güzel olsaydım ismim Peri Ana kalırdı. Oysa ben, çirkin olduğumun farkında değildim.” dedi Cadı ve elindeki çiçek dikenlendi. “Çünkü ormanda güzelliğin ne anlamı vardır ki?”
Kurt’un kulakları seğirdi. Uzaklarda bir yerlerde bir kuş öttü.
“Evimi yiyorlardı.” Cadı sıcak bakışlarla Kurt’a baktı. “Bildiğin tahta kurusu gibi evimi yiyorlardı. O yüzden elimde kurabiyelerle karşılamamış olabilirim onları.” Kurt, hafifçe Cadı’ya döndü. Cadı gözlerini ağaçlara dikmişti. “Dışarı çıktığımı ve bağırdığımı hatırlıyorum. Sonra bir baktım, önümde iki tane zayıf mı zayıf küçük insan. Hayatımda ilk defa çocuk görüyordum. İlk bir ne yapacağımı şaşırdım. Sonra da içeri alıp yemek verdim onlara. Çok acıkmışlardı.” Bu sırada ne hatırladıysa kaşlarını çattı Cadı, sustu. Avucundaki çiçek hafifçe sallandı, sonra sertleşti ve şekere dönüştü.
Kurt yerinde kıpırdandı. Sonra bir anda, “Kız ormanda kaybolmuştu.” Dedi. Cadı’ya kaçamak bir bakış attı. “Aptal aptal ağaçlara bakıyordu. Ben de nereye gittiğini sordum. Sonra da onu babaannesinin evine bıraktım. Camdan kızın içeri girişini, babaannesine sarılışını izledim. İçeride şömine yanıyordu. Birlikte kek yediler, sohbet ettiler. Ve ben, neden bilmiyorum, tüm gece o soğukta, orada durdum. Onları izledim.”
“Ertesi sabah, babaanne daha iyiydi. Birlikte çıktılar evden, kızın evine gittiler. Babaanne normalde hiç çıkmazmış evinden, ama o gün o da yürümek istemiş. Ve ben,” Kurt başını salladı. “Nedense...”
“Eve girdin.” Dedi Cadı. Kurt tepki vermedi.
“Hiç öyle sıcak bir yerde bulunmamıştım. Uyuyakalmışım, ne kadar yorgun olduğumu hiç bilmiyordum o zamanlar. Sonra,” duraksadı Kurt. “Uyandım. Avcı başımdaydı ve canım yanıyordu. A-Avcı, beni, şey sanmış… Benim onları…” Kurt başını iki yana salladı, “Oysa ben asla…”
“Avcı midende kimsenin olmadığını gördüğü zaman ne yaptı?”
Kurt yutkundu. “Kaçtı. Yatağın yanında iğne iplik buldum da öyle...” Pençesiyle karnını işaret etti. Sonra da gözlerini ormana dikti. “"Ben her zaman, sadece bir kurtmuşum onun için. Benim yapacağım, diyeceğim hiçbir şey, değiştiremeyeceğim şeyler kadar önemli değilmiş. Benim hiç arkadaşım olmamış.”
Sessiz kaldılar. Uzaklarda yine bir kuş öttü.
Cadı derin bir nefes aldı. “Eve geri dönemiyorlarmış.” Dedi. “Aileleri istemiyormuş onları, paraları da yokmuş. Bana öyle anlattılar. Ben de,” Omuzlarını silkti Cadı. “İstedikleri kadar kalabileceklerini söyledim. Kupkuru kalmışlardı. Ben onları besledim, onlar da bana arkadaş oldular. Bazen ben ormanda çalışırken evin içinden kahkahalarını duyardım. O eve geri gideceğini bilmek öyle… Mutlu ettiler beni.”
“Sonra bir gece konuşmalarını duydum.” Dedi Cadı ve hava kararır gibi oldu, tüm orman sessizleşti. “Çirkin cadıyı nasıl fırına atacaklarmış, onu nasıl yakacaklarmış, sonra nasıl sonsuza dek evinde yaşayacaklarmış.”
Duraksadı.
“Sanki, içimde bir şeyler parçalandı o an. Kapılarının önünde durduğumu ve nefesimi tuttuğumu hatırlıyorum. Anlayamıyordum, onlara ne yapmıştım ki ben? Neden beni hiç sevmemişlerdi, ben neyi yanlış yapmıştım? Nasıl bu kadar nankör, nasıl böyle bencil olabilirlerdi? Sonra da kendimi kaybetmişim. Anca birkaç saat sonra onları sürükleyerek bir odaya kapattığımı fark ettim.”
Şeker çürüdü. Cadı’nın elinden yere düştü.
“Sonra, şafak söktüğü anda bıraktım onları. Ben ağlarken onlar koşarak uzaklaştılar benden.”
“Geri döndüler mi?”
“Hayır. Yanlarına para koydum.”
Bir esinti oldu, ağaçlar mırıldandı, Cadı ve Kurt okyanus gibi gittikçe kararan ormanın içine baktı, gökyüzünde iki kuş belirdi ve kayboldu.
“İçimde hep bir ağırlık var.” Dedi Kurt. “Ağırlık. Başka nasıl anlatabilirim bilmiyorum.”
“Biliyorum.” Dedi Cadı, derin bir nefes aldıktan sonra. “Sanırım yalnızlık bazen böyle hissettiriyor.”