Camus: Yabancılaşma

Kendisini dünyaya yabancı hissedenlere ...

Bugün anne öldü. Belki de dün, bilmiyorum.

Albert Camus yabancı romanına bu sözlerle başlamıştır. Ne kadar sıradan ve umursamaz gözüken bu sözler aslında derinlerinde bir bireyin kimlik arayışı ve topluma yabancılaşma konusunu yer alacaktır. Varoluşumuzun getirdiği kimlik, aidiyet, sınıfsal konumu biz seçemiyoruz. Varoluşumuz üzerinden bize yüklenen bu anlamlara yabancılık hissetmek yanlış olmamalı.

Yabancılaşma modern toplumumuzun artık en büyük sorunlarından birisi haline gelmiştir. Amerikalı sosyolog Seeman’a göre yabancılaşma; insanların üzerindeki rolleri etkin bir biçimde oynayamaması, yaşamın getirdiği kurallara inanmayıp reddetmesi, inanç, gelenek, değer kavramlarını değersiz görerek her şeyden uzaklaşıp eylemlerden keyif almama durumudur. Seeman, yabancılaşma durumunu güçsüzlük, anlamsızlık, kuralsızlık, soyutlama, öz yabancılaşma olarak boyutlandırmıştır. Bu kavramlardan yola çıkarak yabancılaşma aslında sorgulama ile başlıyor ve en sonunda yerini kabullenmeye bırakıyor. Camus’nun romanındaki baş kahraman Meursault’ın kabullenmiş bir şekilde her şeye nesnel bir şekilde yaklaştığını görürüz. Düzenin getirdiği belli bir kalıba girmediği için toplumdan dışlanan bir karakterdir o. Aslında günümüze baktığımızda ‘Z’ kuşağı toplumun getirdiği normları sorguladığı için ‘isyankar’ bir nesil olarak görülüyordur. Halbuki en doğal hakkımız sorgulamak değil midir? Sosyal medyanın gelişmesiyle birlikte sorgulamalar iyice artmıştır, hak arayışları gitgide çoğalmıştır. Fakat çoğu zaman cevabı olmayan bu sorgulamalardan vazgeçip kabullenip bireysel sorgulamaya başlıyor insanlar kendisini. Neden böyle olduğunu, nerede hata yaptığını, toplumun getirdiği kurallara ne kadar uyması gerektiğini sorgulamaya başlıyor ve birçok kişi bunun sonucunda kaygı bozukluğu, stres, panik atak, obsesif hastalıklarıyla karşı karşıya kalıyor.

Annenizin ölümünde ağlarsınız değil mi? Meursault, dış dünyaya ve kendi içine yabancılaştığı için annesinin ölümüne tepkisiz kalmıştı. Bir süre sonra cinayetle suçlanıp yine tepkisiz kaldığı için idama mahkum edilmiştir. Tepkisizliğini şu sözlerle ifade etmiştir romanda;

“Benimde herkes gibi olduğumu, tamı tamına herkes gibi olduğumu ona söylemek istiyordum. Ama bütün bunların aslında hiçbir yararı yoktu. Tembelliğim tuttu, söylemekten vazgeçtim.”

Ölmek istememesine rağmen yolun sonu olarak kabul etmiştir bunu. Her yolun sonu onun gözünde ölüme çıkıyordur. O gün geldiğinde 30 ya da 70 yaşında olmanızın önemi yoktur. Hayata karşı yabancılaşma yaşayan insanlar için katlanılmaz bir hale gelmiştir.

“Eli boş görünüyor olabilirdim fakat kendimden emindim. Her şeyden emindim, ondan çok daha fazla emindim. Yaşamımdan ve gelmekte olan ölümden emindim. Evet, bana kalan buydu. Ama en azından bu hakikati, onun da beni yakaladığı gibi yakalamıştım. Haklıydım, hala haklıyım. Hep haklıydım. Başka türlü de olabilirdi ama ben bildiğim gibi yaşadım.” (Camus 108)