David Hume ve Hukuk Felsefesine Kısa Bir Bakış
İnsan doğası gereği egoisttir ve hukuk buna göre mi yaratılmalıdır?
David Hume, İskoç Aydınlanması'nın önemli filozoflarından biri olarak felsefe, siyaset, ekonomi, hukuk ve adalet kavramları üzerinde yoğun bir şekilde çalışmıştır. Hukuk felsefesi alanında asıl odak noktası, insanın özündeki doğal eğilimleri, ahlaki değerler ve hukukun bunlar ışığındaki rolüdür. Hume'a göre, hukuk ve adalet, insanların özündeki doğal eğilimleri tarafından belirlenir. İnsanlar, doğuştan adaletli ve dürüst değildirler, bencillerdir ve bunlar unutulmadan hukuk yaratılmalıdır. İnsan, genel olarak özgürlüklerine ve kendi çıkarlarına odaklanan bir canlıdır bu sebeple adaletin yerine getirilmesi için bu doğal eğilimlere karşı koymak gereklidir. Yani hukukun temel amacı, insanların özgürlüklerinin korunması ve devletin gücünün kötüye kullanımının önlenmesi olmalıdır.
Hume'a göre, hukuk ve adalet terimleri, insanların ihtiyaçlarını karşılamak ve toplumsal düzeni sağlamak amacıyla ortaya çıkmıştır. İnsanlar, doğal hallerinde egoist ve bencil oldukları için kendi çıkarlarını korumak amacıyla bir araya gelirler. Bu nedenle, insanlar arasında bir sözleşme yapılır ve bu sözleşme sayesinde insanlar, haklarının ve özgürlüklerinin korunmasını garanti altına alırlar. Hume, hukukun doğasını anlamak için öncelikle insanın doğasını ve insanların eylemlerini anlamak gerektiğini savunur. Ona göre, insanlar doğaları gereği bazı temel özelliklere sahiptirler ve bu özellikler, insan davranışlarının belirleyici faktörleridir. Örneğin yukarda bahsettiğimiz gibi, insanların bencillik, korku, sevgi, nefret gibi duygularının karakterize olması hukukta daima ele alınmalıdır.
Hume, hukukun temelinde iki unsur olduğunu savunur: doğal hukuk ve pozitif hukuk. Doğal hukuk, insan doğasından kaynaklanan ve evrensel olarak kabul edilen ahlaki kuralları ifade eder. Pozitif hukuk ise, devletin yürürlüğe koyduğu kanunları ifade eder. Hume, pozitif hukukun doğal hukuka uygun olması gerektiğini savunur ve bu nedenle kanunların insan doğasına uygun şekilde tasarlanması gerektiğini vurgular. Hume, insanların ahlaki değerleri ve normlarına olan inançlarının, doğal olarak ortaya çıkan hislerden kaynaklandığını savunur. Yani, insanların eylemleri hakkındaki ahlaki değerlendirmeleri, hislerine ve duygularına dayanır. Bu nedenle, hukukun doğası da ahlaki değerlerle ilgilidir demiştir.
Hume, adaletin tamamen subjektif bir kavram olduğunu savunur. Ona göre, adalet kavramı, insanların farklı değerlerine ve inançlarına göre değişebilir. Bu nedenle, adaletin gerçek anlamda var olmadığı ve değişebileceğine aynı zamanda adalet uygulamasının hatalı olabileceğine de yer vermiştir. Hume'un bu fikirleri, ceza hukuku alanında da "cezalandırma amaçları" kavramının gelişmesine yol açmıştır. Ancak, Hume'un ceza hukukuna bakış açısı diğer filozoflar gibi ahlaki değil, daha çok pratik ve işlevseldir. İnsanların cezalandırılmaktan korktuğunu ve bu korkunun suç işlemeyi önlediğini söyler. Ancak, insanların cezalandırılmaktan korktuğu kadar, suçun toplum tarafından kabul edilmemesi ve sosyal dışlanmanın da suç oranını düşüreceğini düşünür. Ceza hukukunun amacı, sadece suçluların cezalandırılması değil, aynı zamanda toplumun korunması, suç oranının azaltılması ve suçluların yeniden topluma kazandırılmasıdır. Hume'un hukuk ve adalet kavramlarına yaklaşımı, günümüzde hukuk felsefesi ve adalet sistemlerinin tartışılmasında hala önemli bir rol oynamaktadır. Özellikle, adaletin subjektif bir kavram olması ve insanların doğal eğilimlerinin adaleti yerine getirmediği fikri, modern adalet sistemleri ve ceza hukukunun eleştirilmesine yol açmıştır. Peki gerçekten insanın doğası bencil ve egoistlikten mi oluşmaktadır? Bunu temel almadan yaratılacak olan hukuk eksik mi kalmıştır? Tabii ki tek bir filozofun düşüncesinden yola çıkarak bunları söylemek mümkün değildir ama hukuk ve adalet kavramları için insanın özünün temel alınması da farklı bir bakış açısı yaratmaktadır. Bize de bu görüşler ışığında değerlendirme yaparak ideal olan hukuk düzenini idealarda yaratmak düşüyor..