Delirmenin Günlüğü

Kendine mektup yazdın mı hiç? Her günlük bir mektup sayılır mı? Peki bir sene önceki kendine ne söylemek isterdin? İşte, bunu merak ettim.

Birinci bölüm: Kendime Anlattığım Korku Masalları, Delirmenin Günlüğü

Sevgili kızım, öncelikle söylemeliyim ki tüm bunların dünyayı affetmekle ya da affedememekle bir ilgisi yok. Küçükken birileri bana gözlerimin şeklini sevmemi söylemedi, burnumu, dudaklarımı, yüzümü, boyumu, karman çorman uzun kıvırcık saçlarımı, onları bir türlü yola getiremeyişim yüzünden kısacık kesmenin iyi bir fikir olmadığını, sessizliğimi, duygusallığımı, yalnızlığımı, en önemlisi kendimi sevmeyi, kendime değer vermeyi kimse bana öğretmedi. İnsanın bunu kendi başına öğrenmesi pek kolay olmuyor, epeyce zaman alıyor. Yine de düşünmeden edemiyorum, çok mu zor acaba insanın bunu birine öğretmesi, "Kendini sev, sen olduğun halinle sevgiyi hak ediyorsun zaten." demek çok mu zor bir çocuğa, bir ergene, hiçbir şey için geç değil ya hani, çoktan büyümüş birine bunu söylemek çok mu zor? Yalnızca zor yoldan mi öğrenmemiz gerekiyor kendimizi sevmeyi ve değer vermeyi? Ya da kolay yoldan kendimizi sevmemeyi biz mi kalbimize kazıyoruz?

Kendini duymayı bilmediğinde hatta tamamen yanlış anlayıp da içindeki şeytanı dinlemeyi alışkanlık haline getirdiğinde dönüp bakıyorsun kendine, başlıyor beynindeki bir sinema salonunda ‘İşte Hayattaki Zavallılık Anılarım’ başlıklı bir film. İlk sahnede biri, özellikle de kendini bilmez biri, onun kelimelerine üzülmeye değmeyecek biri, seni üzmeye hiç hakkı olmayan biri, dikilip karşına ya da oturtup seni kendinden alçaktaki eski bir sandalyeye, belki koca çirkin bir masa belki de onun kendinden büyük egosu aranızda, "Sen şöylesin de bundan dolayı hiç olmamışsın, başaramamışsın. Başaramadın da zaten, bizler gibi olmadın, al bu da benim sana biçtiğim ceza." dediğinde sen kendini oturduğun yerde titrerken ve küçülürken buluyorsun. Ağzını açıp tek kelime edemeden karşıdakinin çirkin bakışlarına gözlerini dikip, onu dinliyorsun, hep dinledin, bugüne kadar tek kelime etmedin onlara. Bir kere de sen konuş.

Ah, tamam, işte başladın, bugün biraz dudakların aralanmayı başardı. Ettin titrek sesinle birkaç cümle. Merak ediyorsun ne kadarı duyuldu karşıdan, zar zor söyleyebildiklerinden ne kadarı anlam kazandı karşıdaki acımasız bakışların içinde, yine merak içindesin söylediklerinden ne kadarı tam da söylemek istediklerindi?

Bilmiyorsun, bilmeyiver.

Daha zamanın var.

Biraz söyleme cesareti buldun, daha iyi hissediyorsun ancak için bir türlü rahat etmiyor çünkü "Bir kerecik beni anlayın." diyemedin, bu sefer de olmadı.

Yine de daha az üzgünsün, şöyle düşünüyorsun, "En azından yüreğim kendi ağırlığında, kendi içindeki o kocaman aç değirmen taşı onu bu sefer ezmiyor. Canım benim gözyaşları içinde değilsin. En önemlisi bu."

Tanıdık tanımadık herkese her an kırılacakmış, incinecekmiş gibi davrandım. Pişman sayılmam ancak kendi tarafımı hiç tutmadım. Bir kez bile.

Güçlü değilim. Sağlam değilim. Yıkılmam için çoğu zaman rüzgarın geleceğinden korkmam bile yetiyor. Yol içimde derdim, yalanın daniskası. Yol kaybolmaz derdim bu aynı yalanın allısı pullusu işte. Bazıları için geçerli bu biliyorum, onların içinde sahiden de yolları, kalpleri yürüyecekleri yolu da izini de bulup gösteriyor onlara. Onlar yaşamak için doğmuş olanlar. Bu benim için geçerli değil.

Kendime, "Yol içinde." dedim. "Sevgili kızım, en iyi arkadaşım, yol senin içinde, merak etme kaybolmayacaksın."

Aynen böyle söyledim.

Kendimi gecelerce bu ninnilerle teselli ettim. Söylersem inanırım sandım, söylersem gerçekleşir sandım, hatta kendimi uzunca süre bunlarla kandırdım. Çıldırıyormuşum meğer. Ya da çıldırmak bundan başkası değildir.

Anlatmak istediğim daha çok şey var. Kağıt kalem de kullanmıyorum ki onlar dinliyor beni diye avunayım. Soğuk bir ekran bakıyor benden geriye kalan her şeye. Kelimeler bir yere varmıyor, varmasına da gerek yok zaten. Duyulma ümidi yetiyor bana.

Her şeyden vazgeçebilirim çünkü hala evim yok, evin yolunu bilmiyorum bu yüzden. Ait olmak deyince birkaç koku biliyorum ama gerçek tanımının bu olup olmadığından emin değilim. Canımı da acıtmıyor artık.

Yine de sen kendini korkutmaya bırak. Bırak seni yıkmasından korktuğun rüzgar alsın götürsün seni. Belki biraz yaşamın tadına bakarsın.

O gün bunları yazmışım günlüğüme, üzerinden bir sene geçmiş.

İşte buna gelişme derler sevgili yüreğim. Tam da budur büyümek.

Kendim için bir adım atmışım o gün.

Yine de alınan karar tek yönlü değildir, öğrettiği kadar unutturduğu da vardır, bilmelisin.

Bazen unutmaman gerektiğini çok sonradan anlarsın, onu kaybettiğinden içinde oluşan boşluk kaşınır durur, yerine başkasını koyamazsın, anlamadığın bir rahatsızlıkla dolanır durursun aklının köşelerinde, bulamazsın.

Farkında değilsin şimdi, anladığında çok zaman geçmiş olacak, başkaları seni ağlatamasın diye öyle çok çabalayacaksın ki, bir gün gecenin çok geç bir vaktinde ağlayamadığını fark edeceksin. Burnun sızlayacak, gözlerin kaşınacak ama fayda yok, yüzün ıslanmayacak. Kötü hissetmeyi durduralım derken hissetmeyi kaybetmiş olacaksın.

Kötü hissetmesem yeter diyerek iyi hissetmeyi de kaybedeceksin.

Dur, dur. Korkma! Felaket tellallığı yapmıyorum. Onun üstesinden gelişin de bambaşka bir hikaye olacak.

Merak etme, başardık, atlatıyoruz. Hep atlattık.

Ama her başarı hikayesi gibi zor olacak. O tür hikayeler kolaylıkla yazılmaz.

Yine de söyleyeyim, fena değil. Bunca yolu yürümek, yolda gördüklerin, yolda öğrendiklerin, yeni dostlar kazanışın, dostlarını yeni baştan tanıyışın, büyüyüşün, vardığın yer fena değil. Yeni sen ile tanışmak fena değil.

Meraklanma, tasalanma. Büyüdüğünde aynada kendine gülümseyerek bakıyor olacaksın. Bunun için çok çalıştın.

Kalbini tamir etmek için elinden geleni yaptın.

Kim bilir, belki bir gün aşık bile olursun.

Kendi tarafını tutarsın.

Kendini ilk sıraya koyarsın.

Ben seni çok seviyorum. Sen de kendini sev, geçmişteki o günde de sev, o hatayı yaptıktan hemen sonrasında da sev kendini, onlar seni sevmediğinde sev, seni sevmekten vazgeçtiklerinde, seni seçmediklerinde sev. Senden vazgeçtiklerinde sev. Çok sev.

Senden sevgini alamasınlar. Seni sevgisiz bırakamasınlar. Önce kendini sev, sonra her şeyi.

Uzun bir kış geçirdik. Bahar öyle bir uğradı. Ardından uzun sıcak nemli bir yaz. Kısacık gelen, tadı damağında kalmış doyulamamış bir sonbahar, en nihayetinde yeniden Aralık ayı.

Uzun bir sene oldu.

Kolay olduğunu kimse söyleyemez. Ama bak bitiyor. Seneye daha güzel olacak her şey. Çünkü sen daha güçlü olacaksın. Kendi elinden sen tutacaksın.

Söz ver, seneye daha çok dışarı çıkacaksın. Daha çok göreceksin güneşi, sokakları, insanları.

Kantarın topuzunu sıkı sıkıya tutacak, kaçırmayacaksın.

Gülümseyerek bakacaksın kendine de gökyüzüne de. Yalnız olmayacaksın, Güneş oradan, tepeden izleyecek seni. Isıtacak, sevecek, güç verecek.

Seneye daha iyi olacağız!

Daha az korkacak, daha fazla umut edecek, daha fazla çabalayacağız.

Daha az tasalanıp, daha fazla gülümseyeceğiz.

Evi hala bulamadık. Aramaya gücümüz var ya o yeter.

Evi bulmanın ümidi var yüreğimde, o yeter.

Şimdi, herkese iyi seneler.


https://www.leviathandergi.com/

Leviathan Dergi, Noel özel sayısında yayınlanmıştır.