Didem Madak'ın Şiir Dünyasında Bir Yolculuk: ''Ah'lar Ağacı''
Şiir ve Hayat Arasında: Didem Madak'ın "Ah'lar Ağacı" Üzerine
Ah'lar Ağacı ve diğer eserlerinde kullandığı vazgeçiş ve çaresizlik temalarıyla okurlarının kalbine dokunmayı başarmış olan Didem Madak, Türk edebiyatının önde gelen kadın şairlerindendir. Onun Ah'lar Ağacı isimli eserini defalarca okumuş bir okur olarak, eserini tanıtmayı yazara bir borç bilirim. Çayınızı kahvenizi hazırlamayı unutmayın, çünkü bu uzun soluklu ve renkli bir yolculuk olacak!
Hayatın Şairi: Didem Madak Kimdi?
Hayatına Bir Bakış
8 Nisan 1970'te İzmir'de, öğretmen bir çiftin dünyasına gözlerini açan Madak; annesini genç yaşta, 1983 yılında, beyin kanseri nedeniyle kaybetti. Ege Üniversitesi Biyoloji bölümünü kazanmasına rağmen maddi nedenlerden ötürü okuyamadı. Daha sonra sınava tekrar girerek Dokuz Eylül Üniversitesi hukuk fakültesini kazandı. Hukuk öğrenimine ailevi sebeplerden dolayı devam edemeyen Madak, eğitimini ancak 2000 yılında tamamlayabildi.
Şiire Mola
Madak 2008 yılında (şairin annesiyle isimdaş olan) kızı Füsun'u dünyaya getirdikten sonra şiir yazmaya ara verdi. Bu dünyanın kendisini zorla şair yaptığını hisseden Madak, kızının da kendisi gibi şair olmaması için, küçük kızına yazdığı e-postasında şu şekilde dua eder Tanrıya: ''Canım kızım, cehaletimden şair oldum… Annesizlikten. Sen sakın şair olma!''
Didem Madak'ın Son Yılı
2010 yılında kolon kanseri teşhisi konan ve bu hastalıkla tam bir sene boyunca mücadele eden Madak, 3 yaşındaki kızını geride bırakarak, 2011 yılında, 41 yaşında dünyaya gözlerini yumdu. Annesiz büyüyen Madak'ın, kanser yüzünden kendi kızını da annesiz büyümeye terk etmek zorunda kalması kaderin acımasız bir ironisidir.
Edebi Kariyeri
Kısacık hayatında Grapon Kağıtları (2000), Ah'lar Ağacı (2002), Pulbiber Mahallesi (2007), gibi oldukça değerli eserler bırakan Madak'ın yazıları 'Öküz', 'Ludingirra' ve 'Sombahar' gibi dergilerde yayımlanmıştır.
Madak'ın edebi kariyerini şu dizeleriyle özetler Kabalcı:
''Şiirleri gibi kitaplarını da farklı kişilere ithaf eden şairin; Grapon Kâğıtları’nda on sekiz, Ah’lar Ağacı’nda dokuz, Pulbiber Mahallesi’nde on beş şiiri bulunur. Pulbiber Mahallesi’nin sonunda “Ardından” başlığı altında, şairin kitaplarında yer almayan fakat dergilerde yayımlanmış olan dört şiirine, yakın dostu Müjde Bilir’in kaleminden son günlerinin anlatıldığı metne ve yazdığı son şiir olan 128 Dikişli Şiir’e yer verilmiştir.''
Şiir yazmaya annesi Füsun'un vefatından sonra başlayan Madak hayatı boyunca bir huzur ve ideal arayışında olmuştur. ''Annemden bana kalan tek miras bir sihirdir. Onu ne zaman çok özlesem hep bir şiir yazardım'' diyen şair, psikolog Jung'un anne arketipine göre; annesine yakınlaşmak için şiiri kullanmıştır.
''Şiirlerim ütüsüz ve buruşuk gezdirdiğim ruhumun diyeti bence. Bu yüzden hepsi benden parçalarla dolu.'' diyen Madak'ın şiiri gerçek hayatın idealize bir gerçekliğe uzanması olarak yorumlanabilir.
Bir röportajında şiiri kibritle oynamaya benzeterek, şiirin bir yangın olduğunu ifade eden Madak'ın dizeleri, onu okuyanlarda bir şeyleri tutuşturur. Bu anlamda; okunması kolay ancak hazmetmesi güç bir kalemdir.
Ah'lar Ağacı Nedir?
Annesizlik ve çaresizlik duygularıyla yüzleştiği ve 2002 yılında yayımladığı Ah'lar Ağacı adlı eseriyle Madak, edebi kariyerinde bir dönüm noktası yaratmıştır. Kitap içerisindeki en geniş yeri kaplayan ve kitaba da ismini veren Ah'lar Ağacı şiiri (s. 13-35): Yazarın çocukluk ve yetişkin dönemlerinde yaşadığı deneyimleri; bir kadının ve dahası bir kız çocuğunun gözlerinden samimi bir şekilde anlatır.
''Bir aydınlanma ruhu içinde felaket yalnızdık” diyen Madak'ın şiirinde Emily Dickinson'ı andıran bir yalnızlık ve gündelik hayattan izler vardır. ''Beni anneme götürsün bindiğim bütün taksiler'' diyen Madak'ın şiirlerinde yemyeşil bir sızı; annesini kaybetme duygusu ve çocuksu bir nostaljiye eşlik eder.
Ah'lar Ağacı Şiirinin Tematik Analizi
Şair bu girişiyle; ''Ah'' sözcüğünün derinliğine önce sözlüksel bir tanım yapar ve bu tanımı şiirin ilerleyen kısımlarında kendi ruhundan yaptığı eklemelerle genişletir. Şiirin başında kullanılan ''Ah'' sözcüğü şiirin sonuna doğru başka anlamları da bünyesine katarak çok güçlü bir kelimeye dönüşür. Madak çeşitli duygusal tonları tek bir kelimede yoğunlaştırarak şiirinin belkemiğini yaratır ve böylece edebi ustalığını gözler önüne serer.
Şairin sesi Ahlat ağacı gibi sakinleştirici bir etkiye sahiptir. Bu ses, okuyucuya çıktığı deneyimler yolculuğunda eşlik ederek acı-tatlı her ''Ân'' için ''Ah'' der. Bu iç çekmeler her kullanımda daha farklı çağrışımlar yaparak farklı anlamlar kazanır. ''Ah'' sözcüğünün şiir boyunca sürekli olarak değişen anlamı gibi, şairin ses tonu da şiir boyunca değişmektedir: kimi zaman ağlamaklı, kimi zaman da neşelidir.
Bölüm Bir: Hayattan Kaçmak
Bir ilaç içsem bari diye düşündüm/ Biraz kolonya sürünsem/ Ferahlasam, pencereyi açsam... Yağmur, çamurlu bir elbise dikiyor şehre/ Sıkılıyoruz hepimiz bu çamurlu giysinin içinde/ Berbattı/ Bir şiire böyle başlanmazdı
İç ses diye söylendim/ Ardından Yıldırım Gürses.../ Aptal aptal güldüm bir de buna
Öncelikle, şiir: Madak'ın ruhunu sıkıştıran boğucu bir histen kaçma isteğiyle açılır. Bir şiire bu şekilde başlanmayacağını ifade eden şair kişisi, süslerden arınmış sade bir dil kullanarak birinci tekil kişi bakış açısından şiire devam eder:
''İç ses diye söylendim/ Ardından Yıldırım Gürses'' dizesinde yaptığı kafiye, şair kişisinin çocuksuluğunu ayan beyan eder. Madak sanki bir çocuk gibi kendi kendisiyle konuşarak kıkırdamaktadır. Şairin bu kadar basit ve gelişigüzel kelime oyunlarına gülebiliyor olması, içindeki çocuğu yaşattığına; ve bu şiirin anlatıcısının da aslında o çocuğun ta kendisi olduğuna işaret eder. Burada değinmek istediğim başka bir önemli nokta ise, Madak'ın yazdığı şiirler kendi hayatından parçalar içerdiğidir, dolayısıyla şiirde konuşan şair kişisinin Madak olduğunu söyleyebiliriz. Yani Madak ile şair kişisinin aynı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Yazımda Madak veya şair kişisi ifadelerimi farkı olmayan ifadeler olarak kullanacağım.
Madak'ın Hayatta(n) Kayboluşu
Yapıştırsam da parçalarını hayatımın/ Su sızdırıyordu çatlaklarından./ Karnabahar kızartmıyordu asla/ Başroldeki kadınlar.
Bu dizelerde Madak, çocuksu beklentilerinin hayata uy(a)madığını söyler. Ne kadar tamir etmeye çalışırsa çalışsın; hayatı çatlamış bir çömlek gibi durmadan hayallerini sızdırmaktadır. Ve başrolde olmak istemesine rağmen, hayat ona bu dileğini vermemiştir (en azından Madak kendisi hakkında böyle düşünmüş olmalı).
Güçlü bir el silkeledi beni sonra/ Sanırım Tanrı'nın eliydi. / Ve çok şey geçmiş gibi başımdan/ Ah.. dedim sonra/ Ah!
Madak başroldeki kadın olamamıştır. Ancak anlatacak çok şeyi olan bilge bir ağaç gibi, yüzleşmek istediği gerçeklere ''Binlerce yeşil gözü olan bir zeytin ağacı gibi'', bakarak başından geçenleri anlatmaya başlar.
Hayallerini kaybetmenin ne demek olduğunu bilen Madak'ın kendisi de okumak istediği okulda ve bölümde bazı nedenlerden dolayı okuyamamıştır. Kısacası dilediği hayatı yaşayamamıştır. Didem Madak'a bu şiiri yazdıran kaderin daha ondan neleri sakındığını sanırım bir Tanrı bilir.
Bir Elbise Kavgası
Kaybolmak istemiştim bir zamanlar/ Beni kimse bulamazdı/ Tanrı'nın arkasına saklansam./ O kocamandı, en kocamandı o./ Bir kız çocuğunun hayalleri kadar.
Madak; hayallerine sığınmak ve özel hissetmek istemiştir birçok çocuk gibi.
Bir zamanlar kendimi/ Bulunmaz Hint kumaşı sanmıştım./ Kaç metredir benim yokluğum?/ Benden daha çok var sanmıştım./ Bir elbise çıkar sanmıştım.
Dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan/ Sonunda ben de alıştım./ Ah.. dedim sonra/ Ah!
Kendisini bir zamanlar kendini eşsiz ve değerli bir ''Bulunmaz Hint Kumaşı'' gibi hisseden şair; zamanla hayat karşısında sınanmıştır. Kaybettiği bu karşılaşmalar şairin hayat karşısındaki özgüvenini kırmıştır.
''Kaç metredir benim yokluğum'' dizesiyle varlığının veya yokluğunun dünya için bir şey ifade etmediğini ifade eden şair ruhsal buhranlar içine girmiştir. Kendisi dünyaya yetemiyor, hiçbir şeye bir elbise olamıyordu.
Ben bir okur olarak bunun doğru olduğunu düşünmüyorum, çünkü Madak'ın kelimeleri ve sözleri benim hayatıma bir elbise, ve hatta daha fazlası da oldu, ama benim de kendim hakkımda düşündüğüm şeyi Madak da kendisi için düşünmüş, bu nedenle ona karşı empatiden öte bir sempati de duyuyorum.
Hayallerinin peşinden gitmek isterken, dünya karşısında iyice kırılganlaşan şairimizin ruhunda kopan fırtınalar, engelleyemediği bir ideale ulaşma çabasından doğar. Onun tüm bu yaşananlar karşısında acı bir şekilde ''Ah!'' demesi de, ilerleyen dizelerde kederli bir kabullenişe doğru evrilir.
''Beli bükük bir ahlat ağacı'' derken tam olarak bundan bahsetmek istemiştir Madak. Kader fırtınası onun da belini bükmüştür, ama o her şeye karşın yaşamaya ve içindeki çocuğu yaşatmaya devam etmiştir.
Onun şair kişiliğini bu kadar seviyor olmam da onun bu mücadeleci kimliğinden kaynaklanıyor sanırım.
Dertlerden Bir Elbise Giymek
Güzin Ablası kitaplar olan bir kızdım/ İçim sıkılmasa o kadar/ Tek bir satır bile okumazdım
Şair, kendisinden bir elbise çıkmadığını düşünmesine rağmen, dertlerini bir elbise gibi üzerine giymeyi başarmış ve bunu da dizelerinde göstermekten çekinmemiştir.
Okumayı sevmese bile derdini anlatabileceği kitaplarından başka hiçbir şeyi olmayan her insan gibi Madak da çocukken okumaya başlamış, kitaplarla dertleşmiştir. Benim de kitap okumaya bu şekilde başlamış olmamın; yazarın dizelerini daha da derinden hissetmemi sağladığını söylemeliyim.
Kitap okuyan insanın bir derdi vardır, bu bağlamda zaten şair olan bir insanın ya çok büyük bir derdi vardır, ya da derdi olmadığı için dertlenmiştir. Zira bu hayat bir dert edinmeden de geçmiyor.
Çocukluk Anıları
Derdimi ben taşbebeğimden öğrendim./ Ninni derdim, ninni bebeğim!/ Cam gözlerini kapardı, naylon kirpiklerini./ Plastik gözkapaklarının ardında,/ Bilirdim rüyaları yoktu bebeğimin,/ Gözyaşları da/ Ağladıkça tükürüğümden sürerdim gözaltlarına./ Bu kadar kolay harcamazdım rüyalarımı/ Kırmızı çantamda bayram harçlıklarım olmasa.
Bu dizelerde şairimiz çocukluk dönemine ait çeşitli imgeleri, hayallerini koruma isteğiyle birleştirmiştir. Bayram harçlıkları, oyuncak bebek ve hayaller. Tıpkı ilkokuldaki renkli silgilerin kokusu gibi. Bunlar bizi kendi çocukluğumuza götüren şeylerdir. Şairimiz bu çocukluk masumiyetini hatırlamaya çalışarak kendi kaybolmuşluğu ve yalnızlığı ile de yüzleşmektedir.
Jung arketiplerine dönecek olursak, çocukluk Madak'ın annesi ile birlikte vakit geçirebildiği dönemi olmuştur. Dolayısıyla annesini hayattaki tüm iyiliklerle eşleştiren Madak, çocukluğu da bu anlamda iyilikle bağdaştırmış, çocukluğu kaybedilmemesi gereken bir şey olarak görmüştür.
Kader ve Ağaç
Sesinin tonunu beli bükük bir Ahlat ağacına borçlu olduğunu söyleyen şairimiz, aynı zamanda ahlat'ı bir kader metaforu olarak kullanmıştır. Burada ağacın belinin bükük oluşu, kaderin belini büktüğü insanlar için bir metafor olarak kullanılmıştır. Madak'ın yenilgisi, kadere karşıdır, ona sesinin gücünü kazandıran şey bu yenilgiyi kabullenişidir, ahlat ağacı gibi kadere karşı direnmiş; bükülmüş ancak kırılmamıştır.
Bu anlamda Madak'ın eserleri, kendi yaşam mücadeleleri üzerine kuruludur. Yaşadığı zorluklar, kaderin bir oyunu olarak ele alınır ve şair, bu duruma "Ah" diyerek tepki gösterir. Eserde sıklıkla rastlanan bu kader metaforu, hayatın acımasız yönlerini ve şairin kendi kaderiyle barışma çabasını gösterir.
Tanrı ve Ağaç
Böyle ah demeyi beli bükük bir ahlat ağacından öğrendim.''
Dallarına salıncak kurardı çocuklar/ Hızlı yaşanan bir hayatın şarkılarıydı salıncaklar/ Meyveleri tatsızdı/ Eski bir lanetten dolayı/ Herkes dişlerdi acı meyvelerini/ Ve herkes söverdi ona/ İsmini yazardı herkes onun bağrına/ Ah derdi o. Ah!
Burada kullanılan Ahlat Ağacı imgesi: kaderi, evreni veya Tanrı'yı sembolize eder. Dolayısıyla ''hızlı yaşanan şarkılar'' olan insan hayatları da ağacın böğrüne işlenmiş gelip geçici isimlerdir... İnsanların kaderden geriye bıraktıkları da o kader ağacına kazıdıkları isimdir.
Burada heteronormatif bir yaklaşımla tanrı fikrinin toplumu yönlendiren geleneksel bir kural olduğunu ve şairin de bu kurallara uymaya zorlandığını söyleyebiliriz pek tabii.
Yukarıdaki dizeleri; çocukluk ve yetişkinlik dönemlerini gereğinden fazla hızlı yaşamış ve kadınlık rolüne inkıyad etmiş Madak'ın, Adem ve Havva'ya referansı olarak yorumluyorum. Tıpkı Adem ve Havva'nın bilgelik ağacından yediği meyveyle bilgelik kazanarak hüzüne gömülmesi gibi Madak da Ah'lar Ağacı'ndan yediği meyve sayesinde bir lanet etkisinde kalıyor, annesini kaybediyor ve bu dünyanın kurallarına uyarak yaşamak zorunda olduğunu fark ediyor.
Kelimelerle oyun oynar gibi oynayan bir şairin böylesi bir kadere karşın, ve anne figürüyle birlikte erişkinlik dönemine erişememiş olmasına karşın, her şeye rağmen iyi bir anne olmayı başarmış olması inanılmaz bir başarıdır nezdimde. Bu anlamda ağacın böğrüne kazınmış ve kaderin ''hızlı yaşanan şarkısı'' olan kendi ömrünü şair: kaderin elinden kurtarmaya çalışarak, bakış açısını ve deneyimlerini şiir yoluyla ölümsüzleştirme yoluna gitmiştir.
Ne çok dikeni vardı ahlat ağacının Tanrım/ Ulaşılamazdı/ Sen sarılmak istesen ona/ O sana sarılamazdı
Ne çok dikenin vardı Tanrım!/ Ne çok isterdim/ Sana sarılamazdım/ Ve şöyle derdim o zaman/ Ah!
Ahlat ağacı için tanrı benzetmesi yapan (''Tanrıya sarılmak istesen sarılamazdın, tıpkı dikenleri olan bir ahlat ağacı gibi'') Madak; kaderiyle barışamamasını, kabullenemeyişini ve bundan doğan çaresizliğini doğa metaforu üzerinden anlatır. Kader; ağaçlar kadar sebepsiz, özdeksiz ve bir o kadar da umursamaz bir şeydir nihayetinde.
Sylvia Plath'ın da incir anlatısında (EN. fig tree) söylediği gibi, bu ağacın önünde durul(a)maz; zira kişi durdukça dallardaki meyveler olgunlaşıyor, farklı kader ve hayaller de zaman içinde toprağa düşerek yok oluyordu. Bu ağacın üstüne çıkmak, ona sarılmak istesen bu sefer de dikenler izin vermiyordu.
Kısacası insanın bu evren karşısında Melville-vari bir çılgınlık geçirmemesi işten bile değildir. Her şeyin anlamsız olduğu düşüncesi bir kez ruhunuzu sardı mı, hayat; hayatta kalmak için çıkmazlarla dolu bir labirentten ibaret gözükür göze.
Madak'ın öfkesi de patriarkal bir öfkeyle bezeli, öyle ezelden gelmiş bir his değildir. Bu anlaşmazlık, hayallerinin bir anlamda çalınmış olmasıyla ve onun da bu bilgiye sahip olması sonucunda çıkmıştır. Her zeki yazar gibi kendi kaderinin rastgeleliği karşısında hoşnutsuzdur ve kendisinin açmadığı bir savaşta yer almaktadır. Bu anlamda Madak tıpkı Marmara gibi, ''dünyayla yaralı'' bir şairdir. Yaralarını da, sarılmaya çalıştığı ağacın dikenlerinden almıştır.
Çocukluktan Kalma Bir Sevinç
Ahlar ahların ağacıydı/ Yaşlanmaya başlayanların/ İtiraf edilememiş aşkların/ Evde kalmış kızların
Ahlat ahların ağacıydı/ Cezayir nasıl cezaların ülkesiyse/ Öyleydi işte
Burada şairimiz ''Ahlat'' ağacının ''Ah''tan geldiğini, Cezayir'in de benzer şekilde ''ceza''dan geldiğini düşünür. Önceki örnekte (içses/ Yıldırım Gürses) gibi, içinde kelimelerle oynamayı seven çocuk bir yanı daha vardır şairimizin. Bu özelliğini kullanarak meraklı, ani hareketlerle; kelimelerle oynar ve onları en beklenmedik şekilde birbirine bağlar.
Bazen sevinirim/ Sevinmek nedense hep yedi yaşında/ Ve ah.. dedim sonra/ Ah!
Şairimiz, kendi kafasının içinde oyunlar oynayarak eğlenen ufak bir çocuk gibidir, bu durum onun şiirindeki masumiyet hissini güçlendirerek dizelerindeki pişmanlık ve acı duygularını derinleştirir.
Kendini Tanıyamamak Nedir?
Bazen ah diyorum durmadan/ şimdi ben ahlatın başında/ otuz iki yaşımda/ Ahlar ağacı gibi/ Rengârenk çaputlar bağladım yıllarca dallarıma.../ İstedim, hep istedim.../ Arttım, fazlalaştım/ Eksikli yaşamaktan...
Ahlar ağacıyım, gibisi fazla/ Başka bir şey istemem/ Artık beyazlaşan üç-beş tel saçıma/ Hesabımı vermekten başka
Şairimiz durmadan ''ah'' diyen bir ahlat ağacı gibi, şimdi otuz iki yaşındadır. Kendi ömrüne, dallarına çaputlar bağlanmış bir ahlat ağacı gibi, çeşitli renkte istekler ve dilekler asmıştır. Ancak gerçekleşmeyen bu dilekler onu ağırlaştırmıştır, çökertmiştir.
O da dallarını uzatarak, köklerini yaymıştır; çoğalmıştır, bilgeleşmiştir eksikli hayalleriyle yaşamaktan. Onun ''hayat''ı, kader tarafından her geçen gün biraz daha ''ömür''leştirilmiştir. Şair bu nedenle, dilinin artık ''maviye de yeşile de dönmez'' olduğunu ifade eder.
Şair ahlat ağacı benzetmesinin de ötesine geçerek, doğrudan ağacın kendisi olduğunu iddia eder. Bu kendine yabancılaşmayı ve dahası hayata da yabancılaşmayı, ölüm isteğiyle birleştirerek meydan okur her şeye:
Bölüm İki: ''Nasıldı, öldürdüğünüz birinin cenaze namazını kılmak?''
Madak, şiirinin ilk bölümünde kendinden ve toplumdan yabancılaşmanın doğurduğu çaresizliği tasvir etmiştir sözleriyle. Şiirinin ikinci bölümünde ise yaşadığı bu kopukluğu; buna sebep olan kişilerden hesap sorma yoluyla sorgular:
Şair bu dizeden sonra hayatını olduğu noktaya getiren anılarını, yaşantılarını gündelik hayata dokunan deneyimlerle açıklar, ve okurunu da bu deneyime katılmaya davet eder.
Türk hayatının, Anadolu gerçekliğinin, kapitalizmin ve her şeyden öte çocuksu saflığın aktarıldığı bu 2. bölüm eşi benzeri olmayan renkli, anektodal dizelerle doludur.
Acı-tatlı hayat gerçeklikleri Madak'ın sade dizelerinde bizleri karşılar. Bu anlamda Madak'ın şiiri hayatı her yönüyle ele alabilmektedir. Dizeleri okurken şairin hayatına objektif gözlerle bakan bir gözlemciden ziyade onun en derin duygularını ve anılarını paylaşan bir sırdaşı olur ve şairle karşılıklı bir şekilde bir şeyleri değiş-tokuş edersiniz.
Madak'ın şiirindeki her şeyi anlatmaya kalkışsaydım inanın bu yazı akademik bir yazıya dönüşür ve sizi de sıkardı. Bu nedenle daha fazla uzatmadan ve sizi de sıkmadan birkaç dizeye daha atıf yaparak yazımızın sonuna geçelim:
Bölüm Üç: Çokomel Kağıtlı Yazgı
Ama yazgısını yaldızlı çokomel kağıtları gibi/ Tırnaklarıyla düzeltemiyor insan./ Yıllarca biriktirdim/ rengarenk çokomel kağıtlarını kitap aralarında./ Aşık olduğumda,/ Çikolata kokardı kırmızı yazgım./ hayatıma hayat diyemem artık./ sarı yazgım her sonbahar onu/ biraz daha fazla, ömür yaptı./ Maviye de, yeşile de dili dönmez ömrümün artık.
Kara yazgımı şimdi kim bilir/ Hangi kitabın arasında saklıyorsun Tanrım?/Ah.. dedim sonra/ Ah!
Bukowskian bir tutumla hayatı ve bu hayatta kayboluşu tek bir şiirle özetlemek isteyen Madak, hayattan öğrendiklerini şu şekilde anlatır okuruna:
Sonuç
Madak, yaşadığı acıları, çaresizliği, kopukluğunu ve her şeyden öte kendine yabancılaşmayı sanki sancılar patlamaları içerisinde anlatmaktadır okuruna. Ancak bu durumun bir çözümü olmadığını, bir AH'tan başka bir şey söyleyemeyeceğini çok iyi bilmektedir.
Ölümün bir dönüşü olmuyormuş. Bunu kesinlikle anlıyoruz ve biliyoruz. Toprak aldığını vermiyor ve bunda hemfikiriz.
Bunu pek tabii bilen Madak, kendi hisleriyle barışmaya çalışırken ahını: ondan annesini erken bir yaşta alan toprağa emanet ederek şiirini noktalıyor ve bir anlamda hem kendisiyle hem de kaderiyle helalleşiyor.
Ah'lar Ağacından Yükselen Yankılar:
Didem Madak, Türk edebiyatının en etkileyici şairlerinden biri olarak, "Ah'lar Ağacı" eseriyle sadece bir dönemin değil, evrensel bir duyarlılığın sesi olmuştur. Kadın olmak, çocuk olmak, her şeyden öte hayallere sahip olan bir insan olmak nedir onu anlatan Madak ''Ah'' sözcüğünü hayatın mutlu, neşeli, nostaljik, acı ve tatlı anlarını tek bir çağrışımda birleştirmek üzere kullanır. Bu sembolü de şiirinin merkezine Hacer-ü'l Esved taşı gibi yerleştirir.
Madak'ın sevdiğim dizelerinden birisi: ''bazen sevinince, annem gibi/ rengarenk reçeller dizerim kalbimin raflarına''dir. Bu dizesiyla, mutluluk ve masumiyetin bize bizden daha fazla uzak olmadığını hatırlatır. Madak için güzel anılar; şiirle yıkanmış anılardır, ve anılarını şiirle yıkayarak hatırlanmaya değer imgelere dönüştüren Madak'ın dilinde renk, içsel, görsel imgeler oldukça yoğundur:
''Kimi gün öylesine yalnızdım/ Derdimi annemin fotoğrafına anlattım./ Annem/ Ki beyaz bir kadındır/ Ölüsünü şiirle yıkadım./ Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım/ Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım'' (s. 38)
“Yolda bavulumu çaldılar/ Bana hediye ettiğin o kırmızı elbise de içindeydi/ Ne güzeldi/ Ben kendime çilek derdim onu giydiğimde/ Bakar bakar anne derdim memeleri me/ (…) Annem işte öyle bir kadındı/ Çocuklar gökyüzüne bakar sorardı:/ Aydede orada ne yapıyor anne?/ Annem öldüğünde aydede içimde/ Yüzlük bir ampul gibi parçalandı./ Annem işte öyle bir kadındı/ Aşure getiren çocuklara,/ Teşekkür eder gibi yaşadı/ Öldü ğünde gül resimli bir takvim yaprağıydı” (s. 64-67)
Çocukken yaşadığımız nostaljik saflığı tekrar anımsamak isterseniz, siz sevgili okurlarım; Madak'ın tüm şiirlerine en azından bir kez de olsa bir göz atmanızı, kesinlikle tavsiye ederim. Bakarsınız, kendinize dair belki de çoktan unutmuş olduğunuz çocukluktan hanidir kayıp bir anıyı, bir saflığı hatırlamaya başlarsınız.
Madak'ın en sevdiğim dizelerini sizlerle paylaşarak noktalayalım sohbetimizi:
Madak'ın saflığını korumak konusunda kullandığı geçmişle yüzleşme yönteminin; insanın kendisiyle ve kaderiyle barışabilmesi için önemli ve etkili bir yöntem olduğunu düşünüyorum. Zaten hayatında engellenemez sorunlarla yüzleşmiş olan birçok insan da böylesi itirafları ya şiir, ya sohbet ya da terapi yoluyla da olsa en az bir kez yapmak zorunda hisseder. İnsanın kendi gerçekliğini kendi kendine itiraf etmesinden daha iyi ne olabilir ki? Kederler ve fırtınalar olmasa nasıl anlardı yaşadığını kalp? Bunu en iyi bir biçimde anlamış olan Madak, yazınıyla hem kendisine şiir-terapi uygulamış, hem de benzer deneyimler yaşamak zorunda kalan okurlarının sesi olmuştur.
Siz, sevgili okurlarım; dilerim, başkalarının ''böyle yaşanmaz'' dediği hayatları yaşamaktan çekinmez ve topluma rağmen içinizdeki o garip istekleri ve hayalleri olan ''O'' çocuğa kulak vermeyi asla bırakmazsınız!
Yazarın Notu: Tamamen tırnak içerisine alınmış uzun cümleler bir makaleden veya yazarın eserinden doğrudan alınmış alıntılardır.
Yazarın Notu: Kaynakçada yararlandığım metinler ve yaptığım çıkarımlara alternatifler her zaman getirilebilir, bu nihai bir yazı değildir, her kişinin yorumlama biçimi farklıdır.
Kaynakça:
Kabalcı, Ece Serrican. ''Anne Arketipinin Didem Madak’ın Şiirlerindeki İzleri''
Madak, Didem. Ah'lar Ağacı. Metis Yayınları.
Madak, Didem. ''Ah'lar Ağacı''. www.Antoloji.com. 25.2.2003. https://www.antoloji.com/ah-lar-agaci-siiri/
Madak, Didem. ''Didem Madak''. Wikipedia. https://tr.wikipedia.org/wiki/Didem_Madak
Görsel Kaynaklar:
Görseller: Kullanılan görseller şahsıma ait değildir.
www.canva.com (dikenli ağaç, cenaze namazı, ahlat ağacı gibi çeşitli görselleri canva'nın yapay zekası aracılığıyla elde ettim)
https://4.bp.blogspot.com/-_ni6WGgMELA/VqsnWNl0lfI/AAAAAAAAASc/AkGWXArRjxw/s1600/cokomel2.jpg
İleri Okumalar:
Sönmez, Fatma. Ah’lar Ağacı (Didem Madak) Şiirinde Renklerden Faydalanma
Keskin, Kadriye. DİDEM MADAK ŞİİRLERİNDE KADIN DUYARLIĞI
Benzer Yazılarımız:
https://www.typelish.com/b/didem-madak-102630
https://typelish.com/b/gizdokumcu-siirin-gizleri-seffaf-sairleri-107456