Dünyanın Başkenti İstanbul
Tarih boyunca kendisine sayısız şiirler, kitaplar, şarkılar yazılmış yine de anlatılmaya doyulamamış bir şehir.
Hakkında yazılacak bir sürü şey, anlatmaya yetecek çok az kelime var aslında. Derler ya, anlatmaya kelimeler yetmez diye, o misal. Tarih boyunca kendisine sayısız şiirler, kitaplar, şarkılar yazılmış yine de anlatılmaya doyulamamış bir şehir.
Asya ve Avrupa arasındaki köprü olan bu yerin tarihi, dokusu, havası, hikâyeleri her zaman çekicidir, birçoğuna göre. 8000 yılı aşkın yaşanmışlıkların olduğu, derinlere inip kazıdıkça farklı yaşantılar, şehirler çıkan nadir yerlerden. Her sokağına girildiğinde bambaşka sırlar ve yaşanmışlıklarla karşılaşılabilecek, çoğunun ömrü boyunca gezse bile sonunda yine keşfedilecek yeni bir yer bulabileceğine inandığı uçsuz bucaksız bir tarih kokan bir yer. İçinde ona zenginlik katan çeşitli insanları, harmanlanmış kültürleri, yapıları, tarihi bünyesinde barındıran bir yer. Onu, bir tabirle dünya başkeni yapan da bunlar zaten.
Tüm bunlarla birlikte, İstanbul ikiye bölünmüş bir şehirdir bana göre. Nasıl iki kıtadan oluşuyorsa her anlamda da iki kutuptan oluşuyor. Mesela birçok mahallesinde telaş hiç bitmez, insanlar kaos içinde birbirlerinin üstüne üstüne yürürken, iki sokak ötesinde de sanki duyulan tüm sesler yutulmuşçasına sakin ve sessiz yerler var.
Veya bir tarafta şehirlilerin hep şikayetçi olduğu betonlaşma adeta bir virüs gibi yayılmış ve aşırıya kaçmışken diğer bir köşede de el değmemiş gibi yemyeşil ormanlar mevcut oluyor.
Zamanında da gayrimüslim ve Müslüman olarak ayrıştırılmak zorunda bırakılan İstanbul halkı vardı... İşte İstanbul'un gerçeği de bu. İkiye bölünmüş, her iki taraf da kendisinin olmasına rağmen her iki tarafın da tam olarak ona ait olamadığı, kişiden kişiye ve bakılan açıya göre güzelliğinin değiştiği nadide şehirdir İstanbul.