Dünyanın Kaybolan Dilleri
Bugün dünyamızda ortalama 7000 dilden 3000 tanesinin tehlike altında olduğu düşünülüyor. Her geçen 2 haftada ise bunlardan biri ölüyor.
Bugün, tam bir sayı söylemek her ne kadar zor olsa da gezegenimizde ortalama 7000 dil konuşulduğu tahmin ediliyor. Bu dillerin bazıları milyarlarca insanın ana diliyken, bazıları da yalnızca birkaç kişi tarafından konuşuluyor. Küreselleşen dünya ile birlikte yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan bu diller, dünyanın dört bir yanına, yüzlerce dil ailesine yayılmış durumda. Tahminlere göre dünyada 14 günde bir dil ölüyor ve bunların bazıları izole kabilelerde konuşulduğu için modern dünya bu diller hakkında hiç bilgi sahibi olmuyor. Bu dillere örnek olarak Amazon ormanlarındaki, Hindistan’ın güneydoğusundaki Sentinel adasındaki ya da Endonezya’nın adalarının ücra köşelerindeki kabilelerin dilleri verilebilir. Bu dillerin birçoğu hakkında henüz hiçbir çalışma yapılmadı ve her geçen gün kısıtlı sayıda konuşanlarını yitirmeye devam ediyorlar. Bu şekilde birçok dil ve dil ailesinin coğrafyalardan yitip gittiğini yakın geçmişte gördük. Avustralya; önce İngilizlerin sömürgeci, baskıcı politikaları yüzünden birçok dilini yitirmişken hayatta kalan diller ise daha önce bahsettiğimiz gibi küreselleşen dünyaya yenik düşüyor. Şu an bile tahmini 250 dil mevcutken bunlardan bazılarının sadece 3 kişi tarafından konuşulduğu biliniyor.
Buradan da dillerin ölmesindeki bir diğer önemli etkene ulaşacağız. Az önce söylediğimiz gibi bazı dilleri sadece 3 kişinin bile konuştuğu oluyor, ancak özellikle Avustralya gibi oldukça küreselleşmiş ve şehirleşmiş coğrafyalarda neredeyse herkes yerel ana dilinin yanında ülkelerinin resmi dilini de konuşuyor. Örneğin Avustralya’da çok az kişinin konuştuğu ve tehlikede olan bir dili konuşan ailede ebeveynler kabilenin dilini bilse bile genelde çocuklar İngilizce konuşarak büyüyor, az da olsa ebeveynlerinin dilini öğrenmiş olsalar bile onlar da kendi çocuklarına aktarmıyor. Dolayısıyla sadece kendi yerel dilleriyle anlaşan büyükanne ve büyükbaba; çocuklarıyla hem İngilizce hem yerel dilde konuşuyor, bu çocuklar ise torunlarla sadece İngilizce iletişim kuruyor. Böylece onlardan sonraki nesilde yerel dil bu aile tarafından tamamen unutulmuş oluyor. Bu durum kitlesel bir şekilde gerçekleştiğinde jenerasyonlar arası dillerin öldüğüne tanık olmak mümkün.
Dilbilimciler bu dilleri kayıt altına almak ve yaşatmak için birçok çalışma yapıyorlar. Ancak bu çalışmalar hem uzun zaman hem de büyük adanmışlıklar gerektiriyor. Üstelik tüm bunları zamana karşı mücadele ile yapıyorlar, çünkü çalışmalara yeni başlanmış bir dilin gramerini tam anlamıyla anlamak ve formüle etmek için 3 ila 5 yıl arasında bir çalışma gerekiyor. Hem de bu kolay yanı, çünkü bu dillerin kelime hazineleri hakkında yeterli bilgiye sahip olup sözlükler üzerine çalışmak 5 ila 20 yıl arası bir zaman alabiliyor. Bunun en önemli sebebi her dilin bağlı olduğu kültüre ve coğrafyaya göre spesifik alanlarda geniş kelime hazinesine sahip olması. Buna örnek olarak Amazon’da yaşayan yerliler için orada var olan bitkilerin ilaç için kullanılanlarını isimlendirmeleri gerekmesi, bu spesifik bitkilerin farklı türlerine de isimler koymalarını gerektirebilir. Ya da hayvancılıkla ilgilenen bir toplum için keçilerin her hali, her cinsi için birçok isim olabilirken bazı toplumlar onları sadece tek bir kelimeyle belirtebilir. İşte bu yüzden tehlikede olan bu dillerin sözlüklerini oluşturmak bir hayli zor bir iş. Bunun üzerine bir de bu dilleri ana dil olarak konuşan insanlara ulaşım zorluğu, hatta kimi zaman neredeyse imkânsız olması, bazen ulaşılsa bile iletişimde oluşacak problemler var.
Dünyamızda özellikle Güney Amerika, Afrika, Güney Asya ve Okyanusya’da yoğun bir dil çeşitliliği mevcut. Bu coğrafyalar aynı zamanda üzerine en az çalışma yapılan dillere ev sahipliği yapıyor. Bunların genel sebepleri küreselleşmenin geç gelmesi, şehirleşmenin az olması, çok kültürlülük ve kabile yaşantısı. Buna ek olarak adalarla ve sık ormanlarla ayrılan coğrafyalarda da izolasyondan ötürü dil çeşitliliği mümkün olabiliyor. Bu, Okyanusya’daki dil çeşitliliğinin ana sebeplerinden biri olarak gösterilebilirken Güney Asya’da bunun ana sebebi ise Hindistan'ın çok kültürlü devasa bir ülke olması söylenebilir.