Edebiyat ve Kadın Üzerine Bir Derleme
Edebiyatta kadının yeri ve daha fazlası
Edebiyat Nedir?
Edebiyat insani malzeme alan ve insana hitap eden bir sanattır. İnsanda bulunan güzellik duygusunu açığa çıkarır ve bunu kendi gerçekliğinden hareket ederek yapar. Aynı zamanda edebiyat bir cinsiyete odaklanmaktan ziyade bireylerin birbirinden farklı yaşamlarıyla bütünleşerek genişlik kazanır.
Kadın Edebiyatı Nedir?
Edebiyat kendi içinde bir parçalanmış halindedir ve bu parçalanmışlık hali, cinsiyet odaklı farklı yaşamları besleyecek bir durum olarak karşımıza gelebilir. Buna rağmen kadın edebiyatı ifadesi feminist eleştirmenlerinin tanımladığı ve anlam kazandırığı bir kavram olarak karşımıza çıkar. Alman yazar Ulla Hahn, kadın edebiyatı ifadesini ilk kez 19. yüzyılda erkekler tarafından ortaya atıldığını belirtir.
Kaıdnların da erkekler gibi edebiyat eserleri verebilecekleri düşüncesinin yerleşmeye bağladığı 19. yüzyılda, kadın ve edebiyat ilişkisi genel edebiyat bilimi içinde kendine yer bulur. Dolayısıyla kadın edebiyatı, kadınlar için kadınlar tarafından yazılan ve kadınları konu alan eserleri akla getirir.
Kadın yazar, kadını yazacaksa ve kadın, ancak kadın kaleminden gerçekçi bir şekilde ortaya konacaksa eğer; geriye kalan ve ataerkil yapıya yaslanan diğer olguların yansıtılmasına, kadın kaleminin ne türden bir katkı sağlayacağı boşlukta kalmaktadır.
Bazı kadın yazarlar cinsiyer temelli yaklaşımların ataerkil söylemi geliştirdiği ve derinleştirdiği düşüncesiyle kadın edebiyatı söyleminden uzak durur ancak edebiyat bilimi içinde, kadın sorunlarına eğilen ve kadının toplumda ihmal edilişine odaklanan yaklaşımlar, feminist söylemin dışında bir öneme sahiptir. Ataerkil dil ve söylemin dışında geliştirilen yeni bir dil ve söylem, daha yapıcı ve etkileyici bir çerçeveye oturmuş olur.
Kate Millet'e göre ataerkil sistemin sanat dalları içinde en propagandist niteliği olan tür edebiyattır. Edebiyatın amacı, her iki cinsin yerini ve durumunu ataerkil sistemin yapısına uygun olarak pekiştirmektir. Erkeklerin egemenliğinde gelişen, onların ortaya koyduğu kalıplara ve normlara göre şekillenen bir edebiyat geleneğinin değiştirilmesi ve dönüştürülmesi, feminist eleştiri açısından kolay olmayacaktır.
Kadının bir yazı geleneğinden yoksun olması, erkeklerin kayda değer bir kadın yazar olmadığı ve yazarlığın erkeklere özgü bir alan olduğu tezini ortaya koymalarına neden olur. Bu durum erkeklerin birçok alanda olduğu gibi, yazarlıkta da kadınların erkeklerle yarışamayacakları tezini ileri sürmeleri demektir.
Kadınları yaşam deneyimlerinin daha çok ev içiyle sınırlı olası, yazıların dar bir çevreyi ve kendi bireysel yaşamlarını ön plana çıkarmalarına neden olmuştur. Kadın yazarlar, edebiyatta geleneksel bir yapı oluşturmuş olan erkek dilini kullanmak zorunda hem de kendi yaratılışlarından gelen kadınlığa ait dilden uzaklaşmış hem de bu dilin sınırları içinde kalarak kadının dünyasını kendi elleriyle kurmuş olurlar ataerkil söylemin karşısında.
Edebi eserlerde kadın ve kadının sorunları, estetik ölçülere bağlı kalarak ele alındığında dikkat çekici olabilmektedir. Bu bütünlük içinde kalan erkek veya kadın yazarlar sonraki kuşaklar için yol gösterici olabilmişlerdir. Hayatın her alanına dair kadın yazarları kaleminden yansıtılan kadın duyarlılığı şüphesiz ki edebiyarı zenginleştiren bir durumdurç Bu da genel edebiyat bilimi içinde anlam kazanır ve yine genel edebiyat bilimine farklı bir soluk alma imkanı vermiştir.
Kadın, toplumsal hayatta daha işlevsel bir yol aldıkça yazarlık kimliği de belirginleşir. Kadıları toplumsal hayatın parçası olarak görülmeleriyle, edebiyatın da öznesi olmaya başlamaları aynı zamana denk gelir. Onların siyasal ve sosyal alanlarda daha fazla görünmesi, yazarlık geleneklerine de katkı sağlar. Zamanlar daha da olgunlaşacak eserlerle, edebiyat dünyasında görünürlük kazanmalarına yardımcı olur.