Feminizm

Feminizm nedir?

Feminizmin kurucusu, Marry Wollenstonecraft olarak tarihe geçmiştir . Yazmış olduğu A Vindication of the Rights of Woman makalesiyle üne kavuşmuştur. Birinci dalga feminizmin başlangıcı olarak görülmektedir. Feminizm, kadın ve erkeklerin eşit haklara sahip olması gerektiğini savunan bir görüştür. Dört dalga halinde günümüze ulaşmıştır. Birinci dalga feminizmde oy hakkı, eğitim görme hakkı öne çıkartmaktadır. İkinci dalga feminizm ise kamusal alanda olmasına odaklanır. Üçüncü dalga feminizm birbirinden farklı kadınlıkların olduğunu, her kadının farklı feminizmlere sahip olabileceğini söyler. Queer Theory ise bu akımların devamdır.

Feminizm, içinde kadınların özgürleşmesi, baskı altında tutulmalarının engellenmesi, haklarını meşrulaştırılması, kamusal veya özel alandaki eylemlerinde ve faaliyetlerinde ve eşit haklara sahip olma durumunu kapsayan bir yaklaşımdır.

Dünya’da özellikle Batı toplumunda Feminizm “normun erkek olduğu kabul edilen ataerkil toplumlarca kadının dışlanışını, aşağılanışını, ezilişini, sömürülüşünü ve kendine yabancılaştırılmasını sergileyen, inceleyen, değişim isteyen ya da en azından bu olgulara ilişkin söylemlerin ve tavırların bilincinde olan bir yaklaşım” olarak tanımlanmaktadır.

Feminizm kadınların oy kullanmak, eğitim alma hakkı ve kendi çocukları üzerinde söz hakkı sahibi olmak istemeleriyle ortaya çıkar. Ortaya çıkan bu birinci dalga daha çok feminizm oy hakkına odaklanır. Elit tabakadaki insanların haklarına ait ve beyaz insanların haklarına ait bir feminizmdir. Elit kadınlar arasında başlayan bu akıma işçi sınıfından kadınlar da dahil olmaya başlamış ve kadınlar oy hakları için mücadele etmeye başlamışlardır. O dönemlerde çocuklar erkeğe ait olarak görülmekteydi. Kadınlar ise istedikleri eğitimi alamamaktaydı.Bu sorunları çözmek için de çabalamışlardır.

Feminizm, ilk olarak İngiltere’de 1800'lü tarihlerde ortaya çıkmış fakat uygulamaya geçmesi 1900'li tarihlere kadar uzanmıştır. Öncüleri kadınların da oy hakkına sahip olması gerektiğini söyleyen ingiliz süfrajetlerdir. Yapılan eylemler sonucunda istediklerine ulaşılmıştır.

Feminizmi dört dalgada incelemek mümkündür. Bunlardan ilki birinci dalga feminizmdir. Birinci dalga feminizmin başlangıcı olarak Marry Wollenstonecraft’ın yayınladığı A Vindication of the Rights of Woman bildirgesi görülür. İngiltere’de başlayıp, Avrupa’ya yayılmıştır. Temel haklar özellikle de oy hakkı için mücadele edilmiştir. Süfrajetler bu dönemin önemli simleri ve öncüleridir.

Birinci dalga feminizm hareketi ile birlikte gerçekleşen yasalar önündeki kadın ve erkeklerin eşitlik durumunun gerçek eşitliği sağlamadığını savunan bu dönem feministlerine göre kadınlar, yasalarla sağlanmış eşitliğe karşın, erkeklerden farklı pratiklere sahiptirler .

İkinci Dalga ise Simon de Beauvoir’ın The Second Sex adlı kitabıyla 1900’lerde başlamıştır. İkinci dalga feminizmde kadınların erkeklere eşit olarak görülmesi, kadınların erkeklerle aynı oranda sosyal hayata ve çalışma yaşamına dahil edilmesi üzerinde durulmaktadır. İkinci dalga feminizm kadınlığı sosyal bir inşa olarak görmektedir.

Üçüncü dalga feminizm ise 1980’lerde kendini göstermeye başlamıştır. Üçüncü dalga feminizmde her kadının aynı olmadığı farklı kadınlık ve buna bağlı olarak farklı feministliklerin olduğu görüşü üzerinde durulmuştur. Postmodernizmle ortaya çıkmıştır. Latin Feminizm, Siyah Feminizm, İslami Feminizm gibi türler bu dalgada ortaya çıkmıştır. Feminizm, ne kadar çok sesli olursa o kadar kişinin hakkı savunulacağını söyler. 1990’lara da çıkan Queer Theory ise kadın ve erkekten cinsiyetlerinden daha fazla cinsiyet olduğunu söyler. Anaakımlaşmanın karşısındadırlar. Cinsiyetin, kimliğin belirleyicisi olmasına karşı çıkmaktadırlar. Toplumsal cinsiyet bizim ne olduğumuz değil ne yaptığımızdır, performatiftir.

Tarihin ilk feministi Christine de Pizan olduğu bilinmektedir. Pizan, Ortaçağ’ın önemli filozoflarından ve yazarlarındandı. Christine de Pizan “Kadınlar Kenti”nde “bayan Akıl”a; “Tanrı’nın yetkinliği”nin, “eksik” bir varlık yaratamayacağını söyletir. İlk kez bir kadın, kadın cinsini “Doğa”nın bir parçası olarak vurgular ve Aristoteles’in kadınlar hakkındaki görüşlerini dini bir doktrin haline getiren Orta Çağ kadın imgesini eleştirmektedir.

Türkiye’deki ilk feminist kadın Nezihe Muhiddin’dir. Kadın Halk Fıkrası siyasi partisinin kurucusudur. Türkiye’de kadınların seçme ve seçilme hakları için mücadele vermiştir. “Türk modernleşmesinde kadınlara bir yandan Batılılaşma ve modernleşmenin taşıyıcılığı rolü verilmiş, diğer yandan da bu rolün sınırları erkekler tarafından sıkıca çizilmiştir.” Nezihe Muhiddin yaşamı boyunca kadınlığın yükselmesi, haklarını alabilmesi için mücadele vermiş, idealist bir kadındır. Bu uğurda birlik olmayı savunmuş, mücadelesini diğer kadınlarla el ele vererek yürütmüştür. Muhiddin’in kararlı kişiliğiyle tek bir yoldan değil, kurduğu Birlikle, yayımladığı dergiyle, yazdığı kitaplarla, yaptığı açıklamalarla, birçok yoldan sesini duyurduğu görülmektedir. Muhiddin, dönemin koşullarına göre radikal bir feministti, çünkü bu dönemde hem toplumda hem de siyasi çevrelerde, kadın eğitim bile alsa, anne ve eşten başka bir şey olmadığı görüşü hakimdi .

Önemli Türk feministlerden biri olan Ulviye Mevlan’dır. Ulviye Mevlan, feminist söylemi gündemleştiren Osmanlı Müdafaa-ı Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti’nin kurucusudur. Ayrıca Kadınlar Dünyası Dergisi’ni çıkartmıştır.

Kadınların sorunlarını bilen, bunun çözümlerini araştıran, bu uğurda kadınları harekete geçirmek için dernek kuran Ulviye Mevlan, Türk kadınının bulunduğu kötü durumdan bahsederek “muhitimizin erkekleri, kadınları ’kadın’ değil, bir dişi mahluk olarak tanıyor ve bu zavallı mahluk ailede olduğu gibi erkeklerle beraber bulunmaya mecbur oldukları her yerde trende, vapurda, tramvayda, tiyatroda, 1 okantalarda, ticaret ve sanayi gibi umumi müessesatda, velhasıl her yerde tahkir ve tezyiften kurtulamıyorlar” diyerek kendisinin bu durumu değiştirmek için çalıştığını, hatta tüm vaktini kadının kurtulmasına adadığını belirtirmiştir.