Fuzûlî’nin “Leylâ ile Mecnûn” Mesnevisinin Muharriri Süleyman Tevfik'in Kaleminden İncelenmesi

Aşka ulaşmada Leyla'nın bahane oluşu.

Bakış Açısı ve Anlatıcı:

Leylâ ve Mecnûn eseri genel itibarıyla hâkim (ilahi) bakış açısıyla anlatılmaktadır. Ancak hem Fuzûlî’nin hem de Mecnûn’un kendi ağzından beyitlerin yer almasıyla, kahraman bakış açısı da bulunmaktadır.

Örneğin:

- "Bakarak nergise bîmar gözün kıldım yâd / Nergisi nâle vü efgânıma hayrân ettim" beyitinde, Fuzûlî "ben" diliyle anlatımına kendini dahil etmektedir.

- "Ger derse Fuzûlî ki güzellerde vefâ var / Aldanma ki şâir sözü elbette yalandır" makta beytinde de Fuzûlî’nin adının geçmesi, mesnevinin içinde şairin de var olduğunun bir göstergesidir.

- "Fuzûlî, ayb kılma yüz çevirsem ehl-i âlemden / Neden kim her kime yüz tuttum, andan yüz belâ gördüm" beyitinde de Mecnûn, Fuzûlî ile muhatap olmaktadır. Yani hâkim bakış açısının içine Fuzûlî ve Mecnûn da dahil olarak kahraman bakış açısı da yer almaktadır.

Olay Örgüsü:

Leylâ ile Mecnûn eserini Süleyman Tevfik’in adlandırmasıyla şu ana başlıklar altında inceleyebiliriz:

1. Mecnûn Tevellüd Ediyor

2. Leylâ Mektebe Başlıyor

3. Mecnûn Leylâ’ya Tesadüf Ediyor

4. Leylâ’nın İbn-i Selâm ile Düğünü İcra Ediliyor

5. Mecnûn Leylâ’dan İstiğna Ediyor

6. Leylâ Derdi Hicrân ile Esiri Firaş Olup Vefat Ediyor

Mecnûn Tevellüd Ediyor:

Kays’ın ailesi, Bağdat ile Basra arasındaki çölde yaşayan bir aşirettir. Babası, çocuklarının olmasını çok ister, bunun için adaklar adar, dualar eder, fakirleri doyurur. Eşi hamile kalır ve dokuz ay sonra oğulları dünyaya gelir. Baba, oğlunun üzerine titremektedir, çünkü Allah çok istemesi sonucunda evlat nasip ettiği için kaybetmekten çok korkmaktadır. Bu mutluluğu, ziyafetler vererek pekiştirmiştir. Özenle büyütülen Kays, gün geçtikçe güzelleşir, bülbül gibi sesi ve mükemmel zekâsı ile etrafındaki büyüklerini etkiler. Aradan yıllar geçer, Kays okul çağına gelir. Mektebe gönderilir ve bölgenin en bilgili hocalarından dersler alır. Derslerini çok iyi dinler, bir kere duyduğunu unutmaz. Bu durum, hocasının da hoşuna gider.

Leylâ Mektebe Başlıyor:

Kays, yaratılış itibarıyla âşık olan bir karakterdir. Her ne kadar çocuk haliyle sevmek ve sevilmek kavramlarının anlamlarını tam anlamasa da gördüğü bir güzele hayran olur, kendinden geçerdi. Okulda bazen kızları beğenir, bu beğenmeden de lezzet duyardı ama hiçbiri onu tamamen etkileyememişti.

Günlerden bir gün civar aşiretin reisinin kızı Leylâ okula başladı. Leylâ son derece güzeldi. İri siyah gözleri, süt gibi teni, uzun siyah saçları ve parlak bir siması vardı. En parlak, en güzel renkte dudaklara sahipti. Guşe-i lehindeki beni, pembe yanaklarındaki fındık sığacak büyüklükteki gamzeleri hüsnünü artırıyordu.

Bunun yanında sadece dışı değil, içi de güzel bir kızdı. Kalbi ve ruhu hassastı. O da yaratılış itibarıyla âşık olunan olarak yaratılmıştı. Okula geldiğinde Kays’ın dikkatini çekti. Kays da Leylâ’nın dikkatini çekti. İkisi de birbirine bağlandı. Beraber ders çalışır, hocadan gizli gülüşürlerdi. Bu hâl ilerledikçe birbirlerini görmeden yapamaz oldular. Kays on beş, Leylâ on dört yaşına geldiğinde artık çocukça hâller yerini daha yoğun hislere bıraktı. Birbirlerini görmeden kalp gözüyle tanır oldular. Bu durum halk arasında yayılınca Leylâ’nın annesinin kulağına gitti. Annesi bu durumu tasvip etmedi ve Leylâ’yı okula göndermemeye karar verdi. Bu durumu gören Kays, Leylâ’yı görmek için evinin etrafında dolanmaya başladı. Kays gün geçtikçe kendinden geçiyordu, bu durumunu gören çevresi onu uyarmaya çalıştı, ama Kays bunları hiç duymuyordu. Bu süreçte Leylâ da benzer bir vaziyetteydi, nereye baksa Kays’ı görüyordu. Bu hâller artık herkesin diline düştü.

Mecnûn Leylâ’ya Tesadüf Ediyor:

Bu durumun üzerinden aylar geçti. Kış bitti, bahar geldi. Kays, Leylâ’yı görmek ümidiyle sahrada dolaşıyordu. Bir lale görse hemen yanına diz çöküp “Sen de benim gibi sinesi dağdar bir âşık mısın?” diye sorardı. O sırada Leylâ da arkadaşları ile sahrada gezintiye çıktı. Kays ile karşı karşıya geldiler. Leylâ’yı bir kere göreyim de öyle öleyim ümidiyle yanıp tutuşan Mecnûn, orada Leylâ’yı görür görmez kendinden geçip bayıldı. Leylâ onu bu halde görünce öldü zannedip cinnet geçirdi. Arkadaşları Leylâ’nın seslerini duyunca yanlarına geldiler. Onu oradan alıp evine götürdüler. Mecnûn ise uzun zaman orada yarı baygın kaldı. Kendine geldiğinde etrafında Leylâ’yı göremeyince elbisesini parçaladı çünkü hür olmasına engel oluyordu.

Leylâ’nın İbn-i Selâm ile Düğünü İcra Ediliyor:

Bu sırada Leylâ, aşkın ateşiyle yanıp tutuşmaktadır. Ayla, alevle, sabah rüzgârıyla konuşur. Bu duruma dayanamayan baba, Leylâ’yı aşk derdinden kurtarmak için onu İbn-i Selâm ile evlendirmeye karar verir. Büyük bir düğün yaparak evlenirler. Leylâ, yanında bir peri olduğunu söyleyerek İbn-i Selâm’ı yanına yaklaştırmaz. Mecnûn bu durumu öğrendiğinde acısı bin kat daha artar. Leylâ’nın kendisini aldattığını düşünür ve Leylâ’ya sitem dolu bir mektup yazar. Zeyd aracılığıyla mektubu alan Leylâ, zorla evlendirildiğini yazarak geri mektup gönderir. Bunun üzerine Mecnûn, kavuşmalarına engel olan İbn-i Selâm’a beddualar eder. İbn-i Selâm hasta olur ve ölür. Ama Mecnûn sevinmek yerine ağlar çünkü o da bir âşıktır. Mecnûn, âşıkta olması gereken hâlleri gazelle açıklar.

Mecnûn Leylâ’dan İstiğna Ediyor:

Leylâ, ölümden sonra evine döner. Babası, Leylâ’nın hâlinde bir düzelme olmadığını fark edince göç etmeye karar verir. Göç sırasında Leylâ’nın devesi çölde kaybolur. Leylâ çölde bir adamla karşılaşır. Adam adını söyleyince Leylâ onu tanır. O adam Mecnûn’dur. Ama Mecnûn, Leylâ’yı tanımaz. “Ey bana razını açan, lütfuyla beni ser-i firar eden kim olduğunu bana söyle, ismini bildir, bu badiyede muradın nedir?” diye sorular sorar. Leylâ bu ilgisizlikten yakınır. Mecnûn sonunda Leylâ’yı tanır. Ama Mecnûn dünya zevklerinden vazgeçmiştir artık. İlahi boyuta ulaşmış bir aşk vardır. Ruhen sevmekte, bu boyuttan zevk almaktadır. O, gerçek aşka erişmiştir.

Leylâ Derdi Hicrân ile Esiri Firaş Olup Vefat Ediyor:

Leylâ da artık Mecnûn’dan umudunu kesmiştir. Kavuşamayacaklarını anlar. Günden güne yüzü solar, vücudu bitkin kalır ve yataklara düşer. Ailesi çok çabalasa da iyileşmesi için hiçbir hekim, hiçbir hoca çare bulamaz. Leylâ, bu dertten kurtulmanın çaresi olmadığının farkındadır. Öleceğini sezmektedir. Annesine Mecnûn’u görmesini vasiyet eder ve Mecnûn ismini sayıklayarak canını teslim eder. Haber tez yayılır. Zeyd, ölüm haberini Mecnûn’a ulaştırır. Mecnûn haberi alınca âh çeker ve Zeyd’in peşine takılıp Leylâ’nın kabrine gider. Kabre sarılır. Allah’a münâcâtta bulunur. Hak tecelli eder ve Mecnûn, “Ah Leylâ!” diyerek can verir. Mecnûn’u Leylâ’nın yanına gömerler. Zaman içinde aşkları hikâye olur ve yayılır. Mezar yeri kutsal bir yere dönüşür. Zeyd de buranın türbedârı olur. Bir gün rüyasında bahçe içinde iki kişi görür. Onların kim olduğunu, buranın neresi olduğunu sorar. “Burası cennet, bu gördüklerin de hurilerdir,” cevabını alır. “Şurada oturup zevk ü sefa eden bahtiyarlar da Leylâ ile Mecnûn’dur. Cenâb-ı Hak onları cennetiyle şereflendirdi,” cevabını verirler. Uyandığında Zeyd, bunu herkese anlatır ve dinleyenlerin o kabre uğramaları adeta bir kanun olur.

Zaman

Zaman göreceli olarak işlenir. Belirsizlik vurgusu vardır. Net tarihler yoktur, mevsimler, dönemler, gündüz ve gece üzerinden ifadeler yer almaktadır. Kahramanlar gündüz beraber olurlarken geceleri içsel hesaplaşma içindedirler. Örneğin, Leylâ ile Mecnûn çölde karşılaştıktan sonra Leylâ eve gider ve ayla, mumla konuşmaya başlar. Gece, âşıklar için şikâyet zamanıdır. Bahar mevsiminde okula başlarlar, bahar mevsiminde aşkları alevlenir ve iki âşık da bu mevsimde çiçeklerle konuşur. Olaylar bu mevsimde gelişir. Zamanın olaylara etkisi vardır. Örneğin, bahar aşkın başlangıcıdır. Aynı zamanda bahar mevsimi kararsız bir mevsimdir; sabah güneşli iken akşam yağmurlu olabilir. Bu durum aracılığıyla bahar mevsimi üzerinden âşıkların halleri anlatılmıştır. Bu mevsimde Mecnûn, Leylâ’yı görme ümidiyle dışarı çıkar, bu mevsimde Mecnûn, Leylâ’dan soğur. Gündüz vakti, aydınlık zamanında kavuşma; akşam, hava karardığında ayrılık hâkimdir.

Mekân

Mekân, zamanla paralel olarak işlenmiştir. İki karakterin de ailesi bedevidir. Yani olaylar çölde geçmektedir. Leylâ ve Mecnûn okulda tanışır. Leylâ, aşklarının ilk öğrenildiği sıralarda eve kapatılır. Baba, davranışları düzelsin diye Mecnûn’u Kâbe’ye götürür. Çünkü asıl aşkın kime duyulması gerektiğini göstermek ister. Mecnûn, ölüm haberini alınca Leylâ’nın yanına, mezarlığa gider. Mezar, diğer âleme açılan kapı görevindedir. Mecnûn’un ilahi aşka erebilmesi için Leylâ’dan geçmesi gerekmektedir. Bu ölümle birlikte Leylâ aradan çekilir. Zeyd’in gördüğü rüyada da iki âşık cennette bulunmaktadır. Genel olarak dünyadan kaçma arzusu hâkimdir; bu açıdan dünya, istenmeyen bir mekân olarak ele alınabilir. Dünya, klasik edebiyatta âşıklar için gurbettir. Bunun sebebi, Âdem peygamberin cennetten dünyaya gönderilmesidir.

Şahıs Kadrosu 

Kays-Mecnûn

Kays, âşık olma vasfıyla dünyaya gelmiştir. Dış güzelliğinin yanında, ruhunun güzelliği de etkileyici bir unsur olmuştur. Leylâ ile arasındaki ilişkinin somut halinde adı Kays iken, ilahi bir boyuta erdiğinde, o delilik haline ulaştığında adı Mecnûn olur. Mecnûn kelime anlamı olarak da kendinden geçmiş, deli anlamlarına gelmektedir. Zaten klasik edebiyatın çizgilerinde de bu mecnunluk hali bulunmaktadır. Mesnevîde de Mecnûn olarak geçmesi bu geleneğin sonucudur. Baş karakterdir. Olayların içinde bulunan ve etkilenen kişidir. Hep aşk halinde olduğu için üstü başı yırtık, dağınık bir tiptir. Somuttan ilahi aşka geçiş evresinde bu durum daha da belirginleşir.

Leylâ 

Kadın baş kahramandır. Âşık olunandır. Klasik edebiyat çizgilerindeki sevgili tasviri görünür. Eserde Mecnûn’un gözünden resmedilir. Uzun boylu, siyah saçlı, etkileyici bakışlara sahip bir tiptir. Mecnûn’la kıyaslarsak daha pasiftir. Mecnûn arayan iken Leylâ aranandır. İdeal olandır. Ayrıca Leylâ, topluma adapte konusunda daha toplumun içinde biridir. Gerek annesiyle iletişimi, gerek evdeki durumu, gerek arkadaşlarıyla bir şeyler yapıyor olabilmesi buna örnektir. Leylâ da somut varlıklarla soyut duygulara kapılandır. Gece evinde ayla, mumla konuşur. Gündüz sabah rüzgârıyla bulutlarla sohbet halindedir. Âşıklık hali onda da görülür. Bunu ölürken Mecnûn’a olan hislerinin anlatmasında ve annesine Mecnûn’la konuşması vasiyetinde bulunmasında görmek mümkündür.

Leylâ’nın Babası

Mecnûn’un babasına göre daha serttir. Sevdiği ile evlenmesine izin vermemeleri, okula göndermemeleri, İbn-i Selâm ile zorla evlendirmeleri buna örnektir. Geleneksel kız babası özelliklerini taşımaktadır.

Mecnûn’un Babası 

Son derece anlayışlı bir tiptir. Oğlunun durumuna üzülür, onun iyiliği için çabalar. Mecnûn’a hep nasihatte bulunur. Ayrıca Mecnûn soylu bir aileden gelmektedir. Hayatlarının ilk dönemlerinde çocukları olmayan ve Allah’tan sürekli çocuk isteyen bir baba figürü vardır. Bu durumun içinde olan baba, hep evladını kaybetme korkusu yaşamaktadır.

Leylâ’nın Annesi 

Sert bir karakterdir. Leylâ ve Kays arasındaki ilişkiyi öğrenince Leylâ’yı okula göndermemesi bu sertliği gösterir. Kızının iffetini korumaya çalışır ve bu minvalde öğütleri vardır.

Mecnûn’un Annesi 

Tam bir Türk kadını figürüdür. Tıpkı babası gibi iyilikle yaklaşan bir karakterdir. Oğluna daima nasihatlerde bulunur. Cesur olması için çabalar.

Nevfel 

Aşiret reisidir. Leylâ ile Mecnûn’un aşkını anlatan bir şiiri dinleyerek etkilenir. Bunun sonucunda bu karakterlerin kim olduğunu sorar ve Mecnûn’u bulmak ister. Nevfel olaylardan etkilenen kişidir. Bu etki sonucunda Mecnûn için Leylâ’nın babasına savaş açmıştır. Ancak Mecnûn kavuşma niyetinde olmayan bir âşıktır. Zaten klasik edebiyat bunun üzerine kuruludur. Bu yüzden Mecnûn dua eder, Nevfel bunu duyunca onlar için çabalamaktan vazgeçer.

Zeyd 

Mecnûn’un dostudur. Ona hep yardım eder. Aynı zamanda Leylâ ve Mecnûn arasında bir aracıdır. Dostluğa da sadık biridir; bunu ölümlerinden sonra başlarında türbedarlık yapmasından anlayabiliriz.

İbn-i Selâm

Klasik edebiyat geleneğine göre âşıklar arasına giren rakip konumundadır. Ama Leylâ’ya zarar vermeyen bir karakterdir. Leylâ’nın kendisine yaklaşmaması için söylediği yalana inanır ve onun için derman arar.

Fuzûlî tarafından 941-1535 yıllarında yazılmış ve Bağdat Beylerbeyi Üveys Paşa’ya sunulmuştur. Klasik mesnevî bölümlerine sahiptir. Genel itibarıyla Leylâ ile Mecnûn mesnevisi, klasik edebiyatın hatlarında gelişmiş, birçok şair tarafından yazılmış olsa da Fuzûlî gibi bir şairin kaleminden çıkarak önemini artırmış bir eserdir. Kays ve Mecnûn üzerinden aşkın farklı boyutları anlatılmaktadır. Aynı şekilde Leylâ üzerinden de sevgili tipi anlatılmaktadır. Karakterler aracılığıyla divan şiirinin çizgileri somutlaştırılmıştır. Dünyevî aşktan ilahi boyuttaki aşka geçişin evreleri işlenmiştir. Her ne kadar Leylâ ve Mecnûn üzerine kurulu olsa da Fuzûlî de mesnevide etkendir. Giriş bölümü gibi birçok mısrada kendini belli eder. Dünya hakkında ve aşk hakkında görüşlerine yer verir.