Gerçeklerimize Uyum Sağlama: Deprem
Adaptasyon yaşamanın birincil kuralıdır.
Evrenin yaradılışından beri büyük felaketler hep vardı. Heyelanlar, tsunamiler, hortumlar, kasırgalar ve daha niceleri. Bu felaketler bizden önce de vardı, muhtemelen bizden sonra da var olacak. Bizim ise tek yapmamız gerek bu felaketlere adapte olup, yaşamaya devam etmeye çalışmak. Bu felaketlerden bir tanesi var ki en sert ve acımasızı olan: Deprem.
Yaşadığımız coğrafya gerçekten de büyük nimetlere sahip. Konumu, iklimi, turizmiyle değerlendirmeye çok açık bir coğrafya. Fakat her güzel şeyin bir de bedeli var. Öyle ki üzerinde yaşadığımız topraklar neredeyse tamamı fay hatlarına sahip. Bu da bizim hayatımızın esas gerçeğini deprem yapıyor. Geçmişte yaşadığımız büyük depremler ve gelecek sürekli anılan ve beklenen Büyük İstanbul Depremi. Aslında odaklanmamız gereken noktalarımız bu. Uzmanlar Büyük İstanbul Depremi'nin bütün bölgeyi etkileyeceğini söylüyor.
İstanbul'a bir bakalım. Çarpık kentleşme, eski ve yüksek katlı binalar bütün şehiri kaplamış durumda. Yaşancak büyük bir deprem İstanbul ve hatta Marmara'yı haritadan silmek demek. Bunun için özellikle İstanbul'da kentsel dönüşüm başlatıldı. Birçok semtte yeniden dönüşümün başladığını okuyoruz. Diğer bir yandan da yeni dikilen evlerin de sağlam olması oldukça önemli. Trajik yanlardan biri de geçenlerde gördüğüm bir haberdeydi. Güngören'de yıkım esnasında çöken binaydı. Bunun gibi sağnak yağıştan çöken Balat'taki Athena Grubu'nun solisti Gökhan Özoğuz'a ait bina da aslında İstanbul'daki çoğu evin durumunu ortaya koyuyor. Aslında depreme kalmadan birçok bina çöküş tehlikesinde. Peki, bu insanlar deli de mi böyle evlerde oturuyor? Hayır degil, sadece İstanbul'da kira demek bir maaştan fazlası demek çoğu zaman. Kimsenin oturmak istemeyeceği harabelere bile korkunç fiyatlar ödeniyor bu şehirde. Bunun da en büyük sebebi talep. İstanbul belki isteyerek ya da severek yaşamasak da piyasının, eğitimin, sektörün zirve noktası. Bu da onu cezbedilir halr getirirken diğer yandan nüfusta korkunç bir yoğunluk yaratıyor. Bu da en değersiz evleri bile kat ve kat pahalı hale getiriyor.
Peki, ne yapmalı? Bende bu sorunun cevabı iki tane. Biri daha realist olan ve uygulanabilirliği kolay olan ve diğeri de daha ütopik olan bir fikir. Realist olan ve herkesin düşündüğü şey depreme dayanıksız binaların tespit edilip bunların kentsel dönüşüm ile yeniden daha sağlam ve dayanıklı hale getirilmesi. Tabi bütün İstanbul'un degişmesi uzun seneler sürecektir.
Bir de ütopik olana gelecek olursak ki bu noktada ilk olarak yapılacak şeyin nüfus yoğunluğunu azaltmakla başlamak gerek. Büyük fabrikaların çevre illlere çekilmesi, emekli durumunda ve İstanbul'da teknik olarak işi olmayan mülk sahiplerinin devlet tarafından evlerinin satın alıp depreme dayanıklı hale getirmesini sağlanması gerekir. Yani İstanbul'un sanayileştirmeden uzak, eğitim ve teknoloji şehiri haline getirmek gerekir ki çalışanların çoğu da bu sektörden olmalıdır. Diğer yandan tabii ki alınan evlerin ve alınmasa da diğer evlerin depreme dayanıksız hale getirilmesi devam etmelidir. Deprem eğitiminin en küçük yaştan beri profesyonel eğitmenlerle sürekli devam etmeli ve bu bilinç de sürekli vurgulanmalıdır. Diğer bir yandan ise kira kontrolü getirilmeli ve fahiş miktarlara sınır getirilmelidir.
Adaptasyon yaşamın birincil kuralıdır. Canlı yaşadığı ortama, koşullarına, gerçeklerine, olacaklarına ve olabilme ihtimali olanlarına da hazır olmalıdır. Deprem de dünyanın, bizim coğrafyamızın bir gerçeği. Biz bu gerçekle yaşamayı öğrenmemiz gerekir. Japonya'ya baktığımızda muhteşem alınmış bir dersi görüyoruz. Bu dersi biz almadıkça da maalesef ki çok canlar kaybedilebilir. Hem birey hem de topluluk halinde buna hazır olmak gerekir. Unutulmamalıdır ki, depremler doğanın bir gerçeği olsa da, bu gerçek karşısında insan hayatını korumak bizim elimizdedir. Doğaya meydan okumak değil, onunla uyum içinde yaşamanın yollarını bulmak gerekir. Bu sadece bireysel bir sorumluluk değil, aynı zamanda toplumsal bir dayanışma ve bilinç meselesidir. Eğer doğru adımları atar, gerekli önlemleri alır ve geleceği düşünerek hareket edersek, depremleri bir felaket olmaktan çıkarabiliriz. Geleceğimizi inşa ederken doğaya saygı duymayı ve insan hayatını merkeze koymayı unutmamalıyız. Çünkü kaybedilen her can, alınmayan bir önlemin sonucudur. Artık sorumluluk alma zamanı.