Görsel Kültür Perspektifi ve Parasite

Berger'in Görme Biçimleri kitabından esinlenilmiş bir poster incelemesi.

Bu yazımda “İnsan bildiği kadar görür.” savını desteklemeye çalışacağım. Bunu da kendi favori filmlerimden biri olan Parasite filminin posterleriyle gerçekleştirmeyi deneyeceğim. Parasite 2019’da gösterime giren bir Güney Kore filmi. Bong Joon-ho tarafından yönetilen film aynı zamanda En İyi Film dalında Oscar ödülüne sahip.

Filmin posterlerini önce filmi bilmeyen biri olarak sonra da filmi izlemiş biri olarak görsel kültür, görme biçimleri gibi bağlamlarda incelemeye çalışacağım.

Kısaca filmden bahsetmek gerekirse Parasite aslında toplumsal sınıfların çatışmasını konu alan bir yapıt. Alt-sınıf/üst-sınıf, alt-kültür/üst-kültür çatışmalarını ve farklılıklarını gözler önüne seren, sosyal mesaj verme kaygısı olan bir film.

Sınıf farklılıklarını ve çatışmalarını en iyi vurgulayan sahnelerden birisi filmde işlenen yağmur sahnesi. Güney Kore’nin görece gecekondu mahallesinde bütün evler su baskınına uğruyor, herkesin mobilyaları, kıyafetleri evleri mahvoluyor ve tüm mahalle geceyi spor salonunda geçirmek zorunda kalıyor. Fakir ailenin babası aniden işe çağırıldığında zengin ailedeki kadının yağmurdan “Ortalığı temizledi, tüm kirleri akıttı, ne kadar ferahladık.” diye bahsetmesi içine oturuyor. Yağdığında her yere eşit düştüğü düşünülen, deyimlere de yansıyan yağmur bile sınıflar arasında eşitsizlik yaratıyor.

Şimdi posterlere bakalım. 

Parasite’ın uluslararası gösterilen tanıtım posteri bu. Filmi izlememiş biri gibi posteri incelemeye alalım.

Posterde soğuk renkler kullanılmış. Tanıtımı yapılan filmin çok da neşeli olmadığını, daha karanlık ya da dram içeren konuları ele aldığını bu renk seçiminden varsayabiliriz. İlk bakışta, ayakta duran adam dikkat çekiyor. Posterdeki diğer kişiler gibi gözünün önünde bir şerit var. Baş karakter olduğu düşünülebilir, ailenin babası gibi duruyor. Basit ve gösterişsiz bir giyinişi var fakat yüz ifadesi biraz huzursuz. Lüks bir evin önünde duruyor.

Ev modern tarzda tasarlanmış. Yeşil ve sağlıklı çimlerin evin bahçesini çevrelediğini görüyoruz. Kapıda duran bir gençle içeride camdan bakan bir çocuk var. İkisi de bahçeyi izliyor gibi. Şezlongda yatan çift rahatsız edilmiş gibi bakıyorlar, kameraya bakışları sanki “Neden bahçe keyfimizi böldünüz?” der gibi. Bahçede ayrıca gelişigüzel bırakılmış bir sahil topu var. Keyifli bir hafta sonunda bahçede vakit geçiren bir ailenin görseli olabilir mi?

Peki vücudunun yarısı gözükmeyen çıplak bacakların orada ne işi var? Aileden biri bahçede güneşleniyor mu yoksa başka bir anlamı mı var? Yüzü gösterilmediğine göre bir önemi yok, zaten fotoğraftaki kişiler de orada yatan kişiyle ilgilenmiyor gibi gözüküyor.

İnsanların gözlerinde neden şerit var? Sanki kişiliklerinin ve bireyselliklerinin pek bir önemi yok gibi. Öylesine figürler gibi duruyorlar. Kapıda duran çocukla bahçede tek başına dikilen adamın diğerleriyle bir zıtlığı olmalı çünkü göz şeritleri farklı renklerde.

Posterde “Mekânın sahibi gibi davran.” yazıyor. Filmde bir yabancı ya da bir “dışarıdan gelen” olduğu izlenimini veriyor. Posterde kameraya gerçekten rahatsız ama biraz de meraklı bakan insanlardan belki de bu yabancının izleyen seyirciler olduğunu varsayabiliriz.

Şimdi filmi bilen biri olarak postere göz atalım.

Lüks bir evin bahçesindeki insanlar. Şezlongda yatan çiftin rahatlığının ve rahatsızlığının nereden geldiğini biliyoruz: evin sahibi onlar ve hizmetçilerinin güneşli bir günde bahçelerinde bulunmasından rahatsızlık duyuyorlar.

Zenginlik ve refahla ilişkilendirilen beyaz giysiler giymişler, gözlerine çekilen şerit bile beyaz. Kadın kırmızı şarap içiyor. Kırmızı şarabı güç, şehvet ve zenginlik simgesi olarak tasarımcının oraya koyduğunu düşünebiliriz.

Bahçede yarı çıplak ve yarı görünür yatan kişi de aslında bir ceset. Filmde ölen kişilerin ölümlerinin bir anlamı ve önemi olmadığını cesedin yüzünün gösterilmemesinden anlayabiliriz. Filmde yaşananların sonuçları ve ileriye dönük bir uyarı olarak kasten oraya konulmuş dehşet verici bir ayrıntı.

Artık “Mekânın sahibi gibi davran.” sözünün bir anlamı var çünkü fakir ailenin evi boş buldukları anda kendi evleriymiş gibi kullanması ve kendilerini üst sınıfın yaşam standartlarına layık görüp içerlemelerini filmde sık sık gördük.

Tek başına dikili adamın bir ailenin babası olduğunu ama o evin reisi olmadığını biliyoruz. Yine de kapının önünde bir gardiyan gibi dikiliyor. Siyahlar içinde. Güney Kore’de siyah genelde ilahi denge ve ölümle ilişkilendirilir. Bu adamın da siyahlar içinde olması filmde başına gelecek ölümlerin habercisi olarak görülebilir.

Alternatif bir poster. İlk önce filmi bilmeyen biri olarak yorumlayalım.

Aynı dekorun (merdiven) ikiye bölündüğünü ve çok farklı şekilde doldurulduğunu görüyoruz. Sol taraf daha kalabalık, daha ılık renklerle dolu ve yağan bir yağmur var. Soldaki görsel daha romantik ve içten duruyor. Eski bir mahalleyi ya da yağmurlu bir günün huzurunu soldaki görselden hissedebiliyoruz. Yani yağmur romantize edilmiş, huzurlu bir ortam çizilmiş.

Sağdaki merdivenin güneş aldığını, bomboş olduğunu görüyoruz. Ayrıca merdivenin sonu güneşli bir gökyüzüne açılıyor, ferahlık ve berraklık söz konusu. Merdivenin sonundaki poster bir çocuk çizimi ya da bir tablo örneği gibi duruyor. Merdivenin bir de korkulukları var, diğer merdiven gibi direkt sokağın ortasından geçmiyor, ayrı bir bölmede.

Filmi bilen biri olarak baktığımızda filmdeki meşhur yağmur metaforunu simgelediğini görüyoruz. Sol taraf daha karanlık ve kalabalık resmedilmiş, Güney Kore’deki gecekondu mahallesinde yağan yağmuru gösteriyor. Merdivenin altını su basmış, aynı filmde olduğu gibi altyapı probleminden dolayı yağmur bir sorun teşkil etmiş. Soldaki merdiven zengin ailenin evine çıkılan merdiven. Yağmurdan sonra temizlenmiş, sade ve gösterişsiz bir yapı. Merdivenin sonundaki çizim evin küçük çocuğunun sahte sanat terapisinde kullanılan bir boyama. Gökyüzü berrak, sağdaki mekân yağmurdan etkilenmemiş.

Posterdeki gölgeler, fakir ailenin dört üyesini sembolize ediyor. Bir gün soldaki merdiveni çıkarken diğer bir gün sağdaki merdiveni çıkıyorlar. Her iki merdivenin de vardığı yerler oldukça farklı.

Hayran yapımı bir poster. Filmi bilmeyen biri olarak baktığımızda bir zıtlığın tasvir edildiğini görüyoruz. Baş aşağı olma durumu var, belki de olayların baştan aşağı değişeceği izlenimi veriyor.

Mavi renk genelde liberallerle ve burjuvalarla ilişkilendirilir. Üstteki dört kişinin hem düz konumda olması hem de mavi renkle çevrelenmiş olmaları onları alttaki dört kişiden farklı ve üstün kılıyor. Üstteki merdivenin aydınlatması var, duvarlarda sanat eserleri bulunuyor. Mavi rengi de düşünürsek maddi durumu iyi bir ailenin merdivenleri gibi düşünebiliriz.

Alttaki merdiven kırmızıyla çevrelenmiş. Kırmızı emeği ve işçi sınıfını temsil eder. Alttaki dört kişinin üstteki aileye göre daha az gelir alan kişiler olduğunu düşünebiliriz. Ayrıca altta bir havalandırma sistemi var. Yani bu dört kişinin yukarı doğru değil de aşağı doğru, belki bir bodruma doğru hareket ettiğini düşünebiliriz. Üstte yürüyenlerin başını bir kadın çekerken altta bir erkek başta duruyor. Arkalarındaki kişileri yönlendiren kişiler, otorite sahibi kişiler mi diye düşünmemizi sağlıyor.

Mavi merdivende duvarlar yapılı ve düzgünken kırmızı yerde duvarlar dökülmüş gibi duruyor. Bu sekiz kişinin çok farklı mekanlarda olduklarını çıkarabiliriz.

Filmi bilen biri olarak baktığımızda ise aslında fakir ailenin parazitlik durumunun yansıtıldığını görüyoruz. Evin altında bambaşka bir hayat olduğunu ya da daha mecazi bakarsak evde “hizmetçi personel” olarak gözüken bu ailenin aslında evde çok daha katmanlı ve derinlere inen bir yapıda olduklarını söyleyebiliriz. Üst tarafın aydınlığı, alt tarafın karanlığı dikkat çekiyor. Filmde sevgili olan çiftin onları ayıran katmana rağmen telefonlarında mesajlaştığını görüyoruz.

İki aile de bir yerlere ulaşmaya çalışıyor, zengin aile yukarı doğru gidiyorken fakir aile de yukarı çıkmasına rağmen aşağı doğru konumlandırılmış. Fakir ailenin ulaşamadıklarına doğru gayretle adım attıklarını varsayabiliriz.

Son olarak bir alternatif poster daha incelemek istiyorum.

Filmi bilmeyen biri olarak göz attığımızda çok büyük bir tezatlıkla karşılaşıyoruz. Bu bir aile portresi gibi duruyor, peki yerde neden yatan biri var?. Sanki portredeki ailenin gizli bir sırrı var ve bu sırrı saklamakta hemfikir gibiler. Posterde dört kişinin ayağı çıplak, yerde yatan ve yüzü gözükmeyen kişinin de ayaklarının çıplak olduğunu düşünürsek belki de aralarında bir bağlantı vardır düşüncesi geliyor insanın aklına. Poster oldukça sade, ışık alt tarafa yönlendirilmiş. Belki de fotoğraftakilerin ayaklarına dikkat çekmek istiyorlar. Modern bir evde olduklarını ama çok da mutlu gözükmediklerini fark ediyoruz. Bir araya gelmek için alakasız insanlar gibi gözüküyorlar.

Filmi izleyen biri olarak baktığımızda çok da farklı şeyler göremiyoruz, sadece olayların derinliğiyle ilgili bir fikrimiz var. Dört kişinin ayakları çıplak çünkü fakirler, ayakkabıları selde kayboldu ya da deforme oldu. Yatan kişi yine ölümleri temsil ediyor, bir ceset. Göze çekilen şeritler karakterlerin bireyselliğinin bir önemi olmadığını vurguluyor. Yan yana olduklarında “aile gibi” olsalar da zorlama ve iğreti gösterilmeye çalışılmış bir ekibe bakıyoruz. Gözlerdeki şeridi aslında kimsenin gerçek yüzünü göstermediğine de yorabiliriz.

Bir olayı, alt metni bildiğimizde bakış açımızın nasıl değiştiğini ve anlamlandırma sürecinin oldukça farklılaştığını göstermek istedim. Aslında “insan bildiği kadar görür” cümlesini yine kendi kendime kanıtladım. Zaten filmi izlemiş biri olarak posterleri filmi bilmeden yorumluyormuşum gibi yapmak zor oldu.

Bağlam bu noktada çok önemli, film posterlerindeki esas amaç filmi tanıtmak olsa dahi aslında her bir objenin, süjenin ne amaçla ve neyi simgeleme kaygısı taşınarak posterlere konduğunu görmüş oluyoruz. Filmi izlemeden baktığımızda anlamsız ya da boş gelen görseller filmi ve filmdeki alt metni öğrenince bir anlam kazanıyor ve farklı bir bakış açısı sağlıyor.

Aynı şeyi sanat eserlerine şu şekilde uygulayabiliriz: bazen bir portrede, bir soyut eserde ya da mekân gösteriminde ne gördüğümüzü anlamlandırmak zor olabiliyor. Sanat eserini yapan kişinin başlığını okuduğumuzda görseli anlamlandırmamız daha kolay oluyor. Örneğin John Berger’in Görme Biçimleri kitabını okurken bir tablo ilgimi çekti. 

Bu tabloya baktığımda aklıma gelen ilk şey doğallık oldu. Bir çiftlik evinin bahçesinde doğayla iç içe gözüken ve aynada kendine bakan bir kadın var. Yanında hayvanlar var ve beraber çimlerde duruyor. Benim yorumlamam kadının bir hayvan gibi anadan doğma şekliyle dışarı çıkması ve doğayla bütünleşmesi biçiminde oldu.

Fakat Memling’in bu tablosunun adı “Kendine Hayranlık”. Tablonun başlığını okuduğum zaman kadının elindeki aynayla aslında kendini izlediğini, yüzüne ve vücuduna hayranlık duyduğunu anlayabildim. Sanırım arka plan da yine kadının güzelliğini ve kendinin doğallığına olan hayranlığını vurgulamak için yapılmış. Bir başlıkla bile insanın bir eseri nasıl incelediği baştan aşağı bu şekilde değişebiliyor.

Bağlam kurmakta eserin yaratıcılarının bize bilgi olarak sunduğu şeyler oldukça büyük önem taşıyor. Yani, insan bildiği kadar görüyor.