Görünmez Bir Engel
Kaygı üzerine...
Sosyal anksiyete bozukluğu (Social Anxiety Disorder - SAD) bireyin toplumsal etkileşimler sırasında aşırı derecede korku, kaygı ve utanç hissetmesiyle karakterize edilen yaygın bir ruhsal sağlık sorunudur. Amerikan Psikiyatri Birliği’nin *DSM-5* kriterlerine göre sosyal anksiyete, bireyin sosyal ya da performansa dayalı durumlarda yargılanmaktan korktuğu, bu nedenle bu tür durumlardan kaçındığı bir bozukluktur.
Sosyal anksiyetenin temelinde, bireyin geçmiş travmatik deneyimleri, genetik yatkınlıklar ve çevresel faktörler yer almaktadır. Özellikle çocukluk döneminde yaşanan utanç verici durumlar ya da sosyal olarak dışlanma, bireyin sosyal ortamlara karşı duyarlılığını artırabilir. Beyindeki amigdala gibi yapılar, bu duyarlılığı biyolojik olarak destekler. Sosyal anksiyete bozukluğu, yalnızca bireysel düzeyde değil toplumsal düzeyde de ele alınması gereken bir sorundur. Kültürel normlar, birey üzerinde baskı kurarak bu tür kaygıların daha belirgin hale gelmesine yol açabilir. Örneğin, aşırı derecede bireysel başarıya odaklanan toplumlarda sosyal anksiyete vakalarının daha sık görüldüğü gözlemlenmiştir.
Tedavi sürecinde bilişsel davranışçı terapi (CBT) bireyin olumsuz düşünce kalıplarını değiştirmesine yardımcı olurken ilaç tedavisi de semptomların hafifletilmesinde etkili bir yöntemdir. Ancak sosyal anksiyete ile mücadele, yalnızca bireyin değil toplumsal yapının da dönüşümünü gerektirir. Daha kapsayıcı, hoşgörülü ve destekleyici bir sosyal yapı, bireylerin bu kaygılarını azaltmada önemli bir rol oynayabilir.