İçimizdeki Şeytan

Her hikaye mutlu sonla bitmeyebilir özellikle de içinizdeki şeytana yenilirseniz...

Sabahattin Ali’nin 1940 yılında yayımlandığı romanı İçimizdeki Şeytan, gerek derinlemesine betimlemeleriyle gerekse dönemi sosyolojik açıdan yorumlamasıyla eski İstanbul’u tanıma fırsatı sunuyor okuyucularına.  Romanı detaylarıyla anlatmak mümkün değil fakat az da olsa genel hatlarından bahsedeceğim. 

Memur bir gencin vapurda görüp aşık olduğu kızın,bir akrabasının yakını olduğunu öğrenmesiyle başlayan hikaye iki gencin zorluklara rağmen -onların isimlendirmesine göre- evlenmeleriyle devam eder. Ömer ve Macide ismindeki çift evlenmelerinden kısa bir süre sonra, İstanbul gibi büyük bir şehirde geçim derdiyle savaşmalarının yanı sıra Ömer karakterinin çevresindeki insanlar yüzünden sorun yaşamaya başlar. Ömer’in evliliğini kurtarmak ve para kazanmak adına çırpınışları onu hatalar yapmaya sürükler ve başlangıçta saf bir aşık olan Ömer karakteri kitabın sonunda sevdiği kadından vazgeçmesi gerektiğinin farkına varan, hatalarının cezasını tek başına ödemeye razı olan biri haline gelir... 

Kitap bence son derece gerçekçi olmasıyla etkiliyor insanı. Macide karakterinin yaşadıkları, ailesinin yanı dahil bulunduğu hiçbir yerde aitlik duygusunu yaşayamamış olması ve Ömer’le ilişkisindeki sabrı onun duygusal fakat güçlü bir karakter olduğunu gösteriyor. Her şeyin farkında olan fakat Ömer'e olan aşkı yüzünden başlangıçta olanları görmezden gelen Macide sonrasında mantığını kalbinin önüne koyan biri haline geliyor. Ömer içinse asıl mevzu ev geçindirme durumunun üzerinde yarattığı baskıyla başlıyor. Bir göz odada yaşamak ve ay sonunu zor çıkarmak sebebiyle daralan başkarakter Ömer pekte doğru ve iyi niyetli olmayan arkadaşlarının aklına uyarak hem ona güvenen insanlara hem de Macide’ye karşı eylemlerinde bambaşka birine dönüşüyor.

Hayatta kalmak ve temel ihtiyaçlarını düzgün bir şekilde karşılamak her insan için çok önemlidir. Bu baskının ve bitmek bilmez döngünün bir parçası olmak kişiyi yıpratır ve sonunda belki de Ömer gibi içindeki şeytanı ortaya çıkarır. İyimserliğini ve umudunu koruyamamak, yaşananlar sonucunda insanın iradesine, karakterine ve sevdiklerine karşı beslediği tutumu sürdürememesi kişinin sonunu getirebiliyor tıpkı kitapta olduğu gibi. 

Roman yalnızca Macide ve Ömer üzerinde şekillenmiyor tabii ki. Birde Macide’nin memleketinde öğrenci olduğu dönemden tanıdığı ve haklarında asılsız dedikoduların çıktığı müzik öğretmeni Bedri var. Bir gece Ömer’in arkadaşlarıyla gittikleri saz gecesinde Macide ve Ömer, Bedri ile karşılaşıyorlar. Bunun üzerine oldukça şaşıran Macide, öğretmeni ve Ömer’in eski dost olduklarını öğreniyor ve Bedri bu şekilde dahil oluyor hayatlarına. Maddi ve manevi her koşulda çifte destek olan Bedri’nin de arka planda kendi ailesi ile sıkıntıları mevcut fakat buna rağmen genç çiftle ilgilenmeyi sürdürüyor. Kitabın sonuna doğru Bedri ve Ömer arasında bir konuşma geçiyor. Ömer, Bedri’ye Macide’yi emanet ediyor ve “ister kardeşin gibi gör ister evlen” diyor. Bu söylediğiyle de Ömer, aslında yenildiği duygularının onu o kadar da kör etmediğini gösteriyor bizlere ve gidiyor. 

Çaresizlik ve çıkış yolu bulmak için yaptığı hatalar Ömer’i çıkmaza sürükledi fakat her karar bir tercihtir. Başına gelen her şeyden Ömer sorumluydu. Sırtındaki yükler iş arkadaşına ihanetini ya da karısına yaptığı kötü hiçbir şeyin açıklaması olamazdı. O yanlış kararlarının ve başına gelenlerin suçunu içindeki şeytana attı çünkü kolay yol buydu. Sonrasında akıllanıp yaptıklarının cezasını yola yalnız bir şekilde devam ederek ödemeye karar veren Ömer kimseye zarar veremeyecekti kendisi dışında... 

Çok detaylı ve güzel bir romanı oldukça kısa bir şekilde bende bıraktığı düşüncelerle anlatmak istedim. Burada bahsettiklerim üstünkörü romanın üçte biri kadarı olabilir ancak. İyi okumalar dilerim.