İçimizdeki YABANCI

İnanın gökkuşağının bilinmeyen renklerini kabul ettiğimizde hayat çok daha güzel!


Albert Camus'nün 1957 Nobel Edebiyat ödülünü kazanan novellası Yabancı sıradan bir adam olan Meursault'nun birini öldürüp yargılanma sürecini ele alıyor. Meursault, sıradanlığının yanında alışılagelmişin ötesinde bir karakter. Toplumun içinde yürüyüp izine karışmayan, akıntının ne tersine ne düzüne akmayıp dışında kalan aykırı bir adam. Altın harflerle yazmak istiyorum: FARKLI.

Sürünün kara koyunları, ak koyunların parıltısının altında kör olur ya hani, Meursault da takmış güneş gözlüklerini sessizce kara köşesinde saklanıyor. Âdeta kör olmamak için direniyor. Bir adam düşünün ki, her yeni gün bir gün önceden attığı adımların izine basarak yürüyor. Düşünceleri havanın sıcaklığına, boğuculuğuna göre etkileniyor. Hatta bu etki o kadar fazla ki, kendini kaybedip ona ateş bile ettiriyor.

Peki bunun amacı ne? İşte, bize bu kadar yabancıyken bir o kadar tanıdık gelen bu karakter, her birimize bireysel düşüncelerimizi, isteklerimizi, özgünlüğümüzü hatırlatıyor ve toplum, tabi ki bunu karşılıksız bırakmıyor. O silahı ateşlediği andan itibaren Meursault, o ana kadar toplumsal normlara aykırı ne yaptıysa onlar için yargılanıyor. Annesinin cenazesinde mi ağlamadı, kır kalemini hakim. Annesinin tabutu başında sigara mı içti, vay vicdansız oğlan, bunu da yaz kâtip. Evliliği önemli mi bulmuyor, toplumun bu kutsal kurumunu, açın kodesin kapılarını...

Salamano, köpeğine nasıl hükmetmek istiyorsa toplumda Meursault'ya işte böyle hükmetmek istiyor. Başaramayınca da cezasını kesiyor. Her ne kadar bu kadar sert olmasak da, böyle yargısız infaz yapmasak da bizlere çok berrak bir ayna tutuyor Camus.

Bu yazıdan sonra eğer okumadıysanız bu kitabı okumanızı ve etrafınızdaki Meursault'ları tanımaya çalışmanızı tavsiye ederim. İnanın gökkuşağının bilinmeyen renklerini kabul ettiğimizde hayat çok daha güzel!