İlk aşkın izleri
Geçmişin kamburu ve ya olsaydı ihtimali.
Kürkçü dükkanın olduğunu öğrendiğim o ilk gün oraya geri döneceğini bilmiyordum ama gerçekten kimi sevdiğini her zaman çok iyi biliyordum.
Aklına gelir de kendine itiraf edemez insan bazı şeyleri.
Zaten içten içe kendin bile fark etmediğin bir güvensizlik varsa seni de ilişkini de sinsice kemirmeye başlar.
Hâlâ kendimi tam anlamıyla özgür kılmış değilim, çabalıyorum. Anıların, duyguların, yaşanmışlıkların etkisinden çıkmak için çırpınıyorum. Farkındayım, bu zayıflık değil; sadece bir süreç. Ne yaşadığımı, neden yaşadığımı biliyorum. Şu an yaşadıklarımın normal olduğunu da.
Anlatamadıklarım ve anlayamadıklarım; söyleyemediklerim ve duyamadıklarım; kırdığım ve kırıldığım şeyler var. Kalbime kazınan anlar ve o anların bıraktığı kalıcı duygular. Başlarda özlem, merak, durgunluk. Kritik bir dönemeçte olduğumun bilincindeyim. Kötü gibi dursa da iyi bir aşama bu. Dönüşüm hâli içinde olmak. Acıyla da olsa dönüşmek. Deneyimlerinle büyümek ve bir kimlik yaratmak. "Ben"i inşa ettiğim kırılgan günler.
Hayatının dönüm noktalarından birini atlatırken o hatıraların içinde bunu hissetmek çok garip. Şimdinin içinde bir eşik olduğunu bildiğin anılarla yolda devam ederken değişmek. Nedenlerim, sonuçlarım, cevaplarım, kendimi kaybedişlerim ve buluşlarım. Af dilemem ve affetmem gereken durumlar var. En kötüsü de bunu kendi içinde yapmak zorunda kalmak. Karşımda yüzleşebileceğim biri olmadı.
Kendimle verdiğim sensiz savaşlar vardı. "Oysaki tek isteğim birlikte olmamızdı. Ne yapsam geçmiyor bu his. Gücüm kalmadı kendi hislerimle savaşmaya" dediğim tükenişler vardı.
Bir ara benden nefret ettiğini bile düşündüm. 'Hiç yaşamasaydım keşke o yılı' dediğin yıl ben de hayatındaydım çünkü. Oysa ilişkimizi ya da kendimi bu kadar pişmanlık uyandıracak şekilde hatırlayacağını hiç düşünmemiştim. Belki gereksiz yere kişisel algıladım, olabilir. Sonuçta sadece bu cümle geldi kulağıma.
Çok yandı içim.
Ve tabii bir de seninle beraber hayatımdan çekip giden insanlar... Bir zamanlar önemli sandığım kalabalıklar vardı. Zaten ben samimiyet gösteren ve hayatımda yer edinen herkese fazla kıymet verme eğiliminde oldum her zaman. O kalabalıklar içinse hiçbir anlam ifade etmemiş olabiliyorsunuz işte. Hiç var olmamışsınız gibi, anılarınız, paylaşımlarınız yokmuş gibi. Bir zamanlar değerli sandığınız kalabalıklar...
Sonra bir bakmışsınız samimiyetine tek güvendiğiniz canlı patili dostunuz kalmış. O da yemek veriyorum diye olabilir.
Bİr gün tüm bu acılar, yalnızlıklar, anlam kayıpları geçer gibi olduğu zaman bir gerçek çarpar yüzüne.
Artık resmi olarak geçmişte kalan, sadece birer hatıradan ibaret yaşanmışlıklar yola çıkmış gidiyorlar. Bundan böyle hiç var olmamış sayılacaklar. Geri gelmeyecek gerçekler el sallar.
Miden bulanır. Başın döner. O el sanki beynini ve kalbini sallamıştır aslında. Anlarsın ki bir zamanların somut gerçeklikleri arkasında tek bir iz bile bırakmadan, sessizce geçip gitmiş oldular.
Oysa, benliğimin bir parçası hâlâ yaşatıyordu sinsice, görünmez hatıralırımı. Koptu gitti işte o ufacık bağ, arta kalan... Sonsuza kadar.
Ondan sonra tekrar acemi oldum, aşkı unuttum ama bir dönemeç ya işte. Bu da oyunun bir parçasıydı.
Şarkıda da dediği gibi kalbim bomboş kaldı sanma, sonunda acılar geçiyor ve kalp tekrar atıyor. Aşka tövbe demek benim için yaşamaktan vazgeçmek gibi bir şey olurdu.
Ancak kamburumdaki travmalarımı henüz sırtımdan atamamışken, acemiliğe geri dönmek ikinci aşkımda da hataya sürükledi beni. Yapılmaması gereken -belki de tek- şeyi yaptım: Geçmişin yükünü yeni bir insana taşıdım.
Korku doluydum. Gözümdeki endişe perdesiyle baktım her ana. Yorumladım, yargıladım, filtreli hareket ettim. Çok yoğun duygular içinde ve panik hâlindeydim. Tabii ki her şeyi berbat ettim.
"Bazen konuşmaya gerek yoktur ilişkilerde." dedim kendime. "Sadece hareketleri gözlemlemek yeterlidir karar vermek için"
Kendimi bir daha üzmeyeceğime yemin ederek ilk kez bir aşkı yaşamaktan vazgeçtim. İlk kez erken pes ettim.
Sebebi de vardı tabii. Hafif bir isyanla başlar her şey, sonra anlaşılmamaya dönüşür. Cevapsız kalırsın. Kırılırsın. Daha kötüsü geleceği düşünüp karalar bağlarsınız ve daha ne kadar kırılabileceğinizi kestiremezsin bile.
Yine de bir ihtimale çok tutunursun. Zamanla birlikte eriyip gidene, tükenene kadar takılı kalırsın. “Ya olsaydı?” dersin. “Keşke...” Pişmanım.
İşte ya bu cümleler bitirir insanı ya da yaşayıp zamandan çalınan anlar. Hangi yol doğru hiçbir zaman bilemezsin sonuçta ikisini birden dene ihtimalin yoktur. Biriyle yaşarsın, öbürünü için için yaşatırsın.