İnsan Neden Bilmek İster?

Bilmek doğal bir ihtiyaç mıdır?

İnsan sahiden bilmek ister mi? Neyi, ne kadar bilmek ister? Ya da bilmek doğal bir arzu mudur? İnsan gerçekten bilmek ve anlamak için neye ihtiyaç duyar? Bu yazıda, Aristoteles'in "Bütün insanlar doğal olarak bilmek ister." argümanı eşliğinde bu sorulara yanıt arıyor olacağım.

Bilindiği üzere Aristoteles, ünlü Metafizik kitabında “Bütün insanlar doğal olarak bilmek isterler.” iddiasını dile getirmiş ve bu argümanını destelemek için "bilim" "bilgi" ve "bilgelik" gibi kavramlara odaklanmıştır. Metafizik'te, Aristoteles'in duyulara, gözlemlere ve deneyimlere büyük önem verdiğini açıkça görüyoruz. Önceki filozofların aksine, deneyime olan ilgisi de dikkat çekicidir. Tüm bu “bilme” ile ilgili iddialarının başlangıç noktası olan bilme arzusu bugün farklı şekillerde yorumlanmaya devam etmektedir. Bu nedenle, bu incelemede, Aristoteles’in ünlü iddiasını onun bakış açısıyla aydınlatmaya çalışacağım. 

Her şeyden önce, Aristoteles'in doğadaki tüm insanların bilmek istediği iddiası ile duyulardan aldığımız hazza işaret ettiğine dikkat edilmelidir. İnsan doğduğu andan itibaren doğal olarak algılar. Yani duyumlar, bilgi yolunun başlangıcıdır. Duyumların hazzı sayesinde, temel ihtiyaçlar ve istekler karşılanır. Kişi gözlerini dünyaya açtığı andan itibaren duyumlarla hareket eder ve bilgi arzusu insan için memnuniyet sağlar. Burada zevkle ya da memnuniyetle kastedilen şeyin tam olarak açıklığa kavuşturulması gerekir. Aristoteles, insanın duyumların sonucu olarak elde ettiği arzunun bir göstergesi olarak, duyuların kendileri için sevildiğini kanıt gösterir. Ayrıca, bunun doğal bir süreç olduğunu ve bu sevgiyi pragmatik amaçların dışında tuttuğunu gösterir. Çünkü sadece işlevleri uğruna sevilen eylemler gerçek bir bilgelik sevgisine işaret etmezler. Eylemler kendileri için sevilmelerinden ötürü insana haz verir ve bilginin verdiği haz da bu türden bir hazdır. Bilmek isteği başka amaçlar uğruna değil, yalnız kendisi için sevilir.

Aristoteles, özellikle duyumların insan doğasında var olduğunu açıklamak için görme duyusuna dikkat çeker. Çünkü diğerlerinden farklı olarak, bu duyum hiçbir şey yapmamayı tercih ettiğimizde bile bizimle olmaya devam eder. Başka bir deyişle, bilinçli olarak bir şey duyumsamadığımızda bile, görme duyumuz doğal olarak bize zevk verir. Bu, bilme arzusunun sürekliliğini sağlar.

Dahası, duyumlar benzerleri birbirlerinden ayırabilmemize ve bu sayede şeyler hakkında bilgi sağlayabilmemize olanak tanırlar; ancak, bilme arzusu ve duyumlar bilgi için yeterli değildir. Şeylerin farkının farkına varılması duyular tarafından bize aktarılır ve bu aktarım bir zevk yaratır. Tam da bu süreç doğaldır; ancak, insanı diğer canlılardan ayırmak ve hayatını gerçekten aydınlatmak için daha birçok adım vardır.

Aristoteles, tüm canlılar için imge ve hatıra aşamalarını mümkün kılar. Ancak insan dışındaki hayvanlar, akıllarında duyular yoluyla edindikleri görünüşleri ve hatıraları tutmakla sınırlıdırlar. İnsan dışındaki canlılar deneyimin sadece küçük bir kısmından pay alabilirler ve bunu içgüdüleri sayesinde gerçekleştirebilirler. Bu içgüdüye karşın, “gerçekten bilmeyen” insanlar da alışkanlıklarına uygun hareket ederler. İçgüdüsel olarak, deneyimden aldığı küçük bir pay ile yuva yapan karınca ile duvarı yalnızca yapmayı bilen işçi burada örnek olarak verilebilir.

İnsan, hafızasında biriken anılar ve görünüşlerle sınırlı kalmamalıdır; deneyim aşamasına ilerlemelidir. Çünkü Aristoteles'e göre hafıza tek bir deneyim için kapasite üretir. Bu kapasite, aynı şeyle ilgili birçok farklı imgenin toplanmasının sonucudur ve insan dışındaki hayvanlar bu bağlantıyı kuramaz.

Deneyimi bir şeyin doğası hakkında daha fazla bilgi sahibi olmaya yakınlaştıran Aristoteles, deneyi sanat ve bilime benzetir. Deneyi, bilim ve sanat için bir araç, yani duyulardan belleğe, bellekten deneyime ve deneyimden bilim ve sanata bir araç olarak görür. Bilim ve sanatın da kendi aralarında farkları mevcuttur.

Hayvanlarda "doğal eğilim" ve insanlarda "alışkanlık" kavramlarından uzaklaşmak için "niçin" sorusunun sorulması gerektiğini ve bu sorunun sanatta bulunduğunu savunur. Ayrıca, bireysel bilginin ve gerekçelerin deneyimle, sınıfsal bilginin ve argümanlarının da sanatla üretildiğini düşünür. Bu bağlamda, deneyim tikel bilgiden oluşur; ancak, sanat evrenselin bilgisidir. Bir kişinin hastalığını ve ona uygun ilacı bulmak deneyim gerektirir ve bu bireyselin bilgisidir. Çünkü bu durum iki hastada görülse bile bunlar ayrı deneyimler, ayrı bilgilerdir. Görülen semptomlar doğrultusunda bu kişiler x hastalığından muzdaripler demek ise sanatı gerektirir çünkü bu artık sınıfsal bir bilgidir ve tüme gider. Dolayısıyla, sanat deney yoluyla gerçekleşir fakat deneyden üstündür. Sadece deney veya sanat bilmek yeterli değildir, bu kavramlar birbirlerini tamamlarlar.

Örneğin, semptomların x hastalığına işaret ettiğini bilen bir kişi bu hastalığı her yönden tanımaz; sadece kavrama sahiptir. Hastalığın tedavisinin ne olduğunu bilmek kişiyi bu konuda bilgili hale getirmez. Çünkü deneyimsiz bilgi teoriden daha fazlası değildir. İnsanlar deney hakkında bilgi sahibi olmak için tikeli bilmelidirler. Deneyi yapan kişi aynı zamanda bilmek ve anlamak için sanata ihtiyaç duyar çünkü sanat şeylerin amacına sahiptir.

Bu ayrımı, Aristoteles'in sanatçı ile deneyimli insan arasındaki ayrımında da açıkça görebiliyoruz. Aristoteles'e göre, sanatçılar tecrübeli insanlardan daha bilge olacaklardır. Çünkü sanatçılar sanatın nedenleri ve neliği hakkında konuşabilirler; ancak, tecrübeli insanlar sanatın sebepleri ve nedeni olmadan sanat yaparlar. Yani deneyimli olan fakat sanatçı olmayan insan, yaptığı işin ereği hakkında bilgiye sahip değildir. Aristoteles, bilgi arzusunun kanıtı olarak duyumları verir. Fakat duyumlar bilgelik vermezler, sadece bu süreci başlatırlar. Duyumların verdiği kanıtlar gözlemle birleştirilmeli, daha ayrıntılı hale getirilmelidir. Böylece, bu ayrıntılı kavrayış duyumlara geri döndüğünde daha kapsamlı hale gelecektir. Duyumlardan alınan zevk, şeylerin "niçin" sorusuna cevap vermez. Aristoteles, nesnelerin ereğini duyumlarda değil amaçlarında arar ve bunu bir ateş örneğiyle açıklar. Duyumlar “ateş sıcaktır” der ama “ateş neden sıcaktır” sorusuna cevap veremez. Bir şeyin amacını bilmeyen kişi onu doğal olarak duyuları ile algılasa bile, o şeyden haberdar değildir. Dolayısıyla, deneyden pay alamaz. İnsan, bilgiye önce deneyin sağladığı tikel bilgiyle, sonra sanatın sağladığı akıl yürütmeyle yaklaşabilir. 

Sonuç olarak, Aristoteles'in argümanı, bilme arzusunun kanıtı olarak verdiği haz ile tüm insanlarda bulunduğunu fakat “bilmek” için yeterli olmadığını söylemektedir. Duyular, bilgeliğe giden yolda bir başlangıçtır. İmgeler yoluyla bellekte toplanan parçalar, deneyim ve sanat yoluyla daha kapsamlı hale gelir. Bir şeyin bilgisi duyumlarda veya deneyimlerde gizlenmez. Çünkü deneyim "nasıl" sorusuna cevap verebilir; sanat ise "niçin" sorusunu cevaplar. Dolayısıyla sanat, şeylerin ereğini kavramak ve bilgilerine ulaşmak için gereklidir.