J.D. SALINGER VE ÇAVDAR TARLASINDAKİ YALNIZLIKLARI

Hikayelerinde bu kurgusal ailelerinin üyelerinin yaşamlarına tanık oluruz.

Amerikalı yazar J.D. Salinger 1919 yılında New York’ta dünyaya gelmiştir. Çavdar Tarlasındaki Çocuklar  eseriyle tanınan yazar, münzevi hayat tarzıyla tanınmış ve eserlerinin çoğunun yayımlanmasına karşı çıkmasıyla gündem olmuştur.

Salinger, 2. Dünya Savaşı’nda görev almadan önceki lise yıllarında yayım hayatına başladı. Öyküleri birçok dergi ve gazetede yayınlandı. Sonrasında yayınladığı ilk romanı olan Çavdar Tarlasındaki Çocuklar kitabıyla ünü yakalayan yazar, yavaş yavaş kendisini insanlardan çekmeye başladı. İlk kitabından sonra birçok öyküsü daha yayınlansa da röportaj vermekten kaçınan Salinger, hayatının ilerleyen dönemlerinde öykülerini yayınlamaya çalışan yayınevlerine dava açmış, hatta otobiyografisini yayınlaması üzerine öz kızını hayatından çıkartmıştır. Yayınlanan son eseri 1965’te, verdiği son röportaj ise 1980 yılında olan yazar 2010 yılında Hampshire’daki evinde doğal sebeplerden dolayı hayatını kaybetti.

J.D. Salinger öykülerini; Glass ailesi, Caulfield ailesi ve Gladwaller ailesi olmak üzere üç kurgusal aile üzerinden anlatır. Hikayelerinde bu kurgusal ailelerinin üyelerinin yaşamlarına tanık oluruz. Salinger’ın öykülerinde yalnızlığın verdiği ağırlıkla birlikte, çaresizce bir ortama ait olmaya çalışırken aynı zamanda tüm dünyaya “karşı” ve herkesten adeta “nefret eden” karakterlerin ruh durumları bizi karşılar.  Karakterlerimiz kendi sorunlarıyla mücadele ederken hayatın anlamını sorgular, insanlarla “gerçek” bağlar kurmaya çalışırlar. Her birinin içinde adeta küçük bir çocuk vardır ve masum amaçlarıyla dünyada sadece var olmak için mücadele verirler. Sevilme ve bir ortama kabul edilme ihiyaçları kendini hep hissettirir. Salinger bu anlamda belki de karakterlerinin mutsuzluklarını bizlere “harika” bir biçimde anlatır.

Öykülerinin genel melankolik ve depresif havası çoğu kişiye sıkıcı ya da bunaltıcı gibi görünse de Salinger bize küçük haz anıları verir aslında. Çavdar Tarlasındaki Çocuklar öyküsündeki Holden Caulfield’ın hiçbir yere ait olamayışını tüm hikayede hissetmemize rağmen karakterin hayattaki amacını “çavdar tarlasında oynayan çocukları korumak” olarak tanımlayışı, Franny ve Zooey öyküsünde Zooey Glass’ın çıktığı TV programında ayakları gözükmemesine rağmen izleyicideki yalnız yaşlı kadının hatrına ayakkabılarını her gün cilalaması, Seymour Glass’ın plajda gördüğü bir çocukla oyun oynaması ya da yine Holden Caulfield’ın odasına çağırdığı seks işçisinden sadece yanında durmasını istemesi gibi belki basit belki saçma görünebilecek anlarda bize acı tatlı bir duyguyla karakterlerinin çektiği acıyı hisettirir. Toplum tarafından vefasız, vurdumduymaz, duygusuz görünen karkaterlerinin aslında basit bir etkileşim ya da yakınlık duygusunun isteğiyle yanıp tutuşan küçük çocuklar olduğunu anlatmaya çalışır. Bu anlamda Salinger belki de yazdığı eserler ve yarattığı karakterlerle kendine dünyada bir yer açmaya çalışmıştır.

Yazarın karakterleri her ne kadar sosyal anlamda zorlansa da her biri kendi içinde bir dahidir. Neredeyse yazdığı her karakterin özellikle edebiyat, şiir ya da tiyatroya karşı inkar edilemez bir zekaları vardır. Bu yetenek ve zekaları, karakterlerinin hissettikleri yalnızlık ve acıyı daha iyi anlatabilmelerine ve edebi anlamda açıklayabilmelerine olanak sağlar bir anlamda.

Salinger’ın eserleri ve karakterleri özellikle Wes Anderson’a çok büyük bir ilham kaynağı olmuştur. Yönetmenin The Royal Tenenbaums filmindeki Tenenbaums ailesinin Glass ailesine benzerliği gözden kaçırılamaz. Yazarın özellikle Catcher in The Rye (Çavdar Tarlasındaki Çocuklar) kitabı birçok şarkıya, kitaba ve filme ilham olmuştur.

J.D. Salinger sürdürdüğü münzevi yaşam ve insanlardan kaçışıyla döneminde çokça eleştirilmiş olsa da yalnızlık, depresyon gibi temaları büyük bir hassaslıkla işlediği hikayeleriyle hala bizlere ilham olmaya devam ediyor.