Kadın Mağduriyetinin Romantize Edilmesi
Kadınların mağduriyeti üzerine
Son zamanlarda medyada sürekli kadınların mağduriyetinin güzellenmesini ve romantize edilmesini görüyoruz. Bu mağduriyet, büyük bir aşkmış gibi gösteriliyor.
Medyayla, yazılı basınlarla, masallarla ve hikâyelerle sürekli olarak kadınların “fedakârlık yapması”, kendilerini değil de âşık oldukları “erkeği” seçmesi bekleniyor. Bu sanki bir görev, bir zorunluluk olarak lanse ediliyor. Kadınlar için “mutlu” son, “başarılı” son yalnızca aşık olarak evlenip çocuk sahibi olmaktan ibaretmiş gibi, medyada kariyerini, kendini seçen kadınlar, hayatını farklı bir şekilde yaşamak isteyen kadınların neredeyse tümü canavarca resmediliyor, kendilerini birey olarak görmeleri ve erkeklere hizmet etmeyi reddetmeleri âdeta günahmış gibi işleniyor. Sürekli olarak çocuksuz ve evli olmayan kadınların ne kadar “mutsuz ve sefil” olduklarını izlemek zorunda bırakılıyoruz.
Ayrıca sadece bundan ibaret değil, kadınların domestik şiddete uğraması, tacize uğraması onların suçuymuş, bunu haketmişler gibi resmediliyor. Taciz ve şiddet meşrulaştırılıyor hatta güzelleniyor. Artık televizyonumuzun ayrılmaz parçası haline gelen kadına şiddet, hızını kesmeden çok daha rezil senaryolarla ve imgelerle ortaya konuyor.
Bunların sebebini düşünecek olursak, büyük ihtimalle medya halkın istediği şeyleri göz önüne seriyor. Medya halkı değil halk medyayı yönlendiriyor.
İzlediğimiz televizyon dizilerinde, medyada, sürekli gördüğümüz aşk, asmalı kesmeli ve oldukça zarar veren bir aşk. Kadınların üstünde psikolojik, fiziksel ve ekonomik şiddet kuran eşleri, sevgilileri sık sık görüyoruz. Üstüne bu kadınların çoğu "kötü kadın" olarak gösteriliyor.
Bu kadar zehirli aşkların güzellenmesinin yanı sıra, kadınların anne ve eş olmasını, ahlaklı olmasını tembihleyen bu dizilerin arkasında iyi bir niyet aramak pek mümkün görünmüyor.
Çünkü biz artık biliyoruz, anne ve eş olmak, kendinden vazgeçmek tembihlendiği gibi yalnızca mutluluk veren şeyler değil, dahası bu "mutlu masal" kadınları kolayca kontrol etmek için uydurulmuş çeşitli manipülasyonlar içeriyor. Yıllarca annelerimizin, teyzelerimizin ve ninelerimizin gözünde o özlemi ve acıyı gördük, söylenmeyen cümlelerde, gizli bakışlarda, çaresizliklerinde ve belki de bizi okutma ve iş sahibi yapma hırslarında.
Ayrıca bu aile müessesi, yalnızca kadınların hayatını değiştiriyor, çoğu çocuk bakmak için işlerinden bir diğer deyişle finansal özgürlüklerinden vazgeçmek zorunda kalıyor ve eşine bağımlı hale geliyor. Hatta bazı kadınlar evlendikleri zaman da işi bırakabiliyor veya işi bırakmak zorunda kalıyorlar. Üstüne üstlük çoğu ne kadar iyi bir anne olmaya çalışsalar da anneliğin ağır fiziksel ve psikolojik yükü çoğu kadının depresyona girmesine ve diğer mental hastlalıklara sahip olmasına sebep olabiliyor. Tabi, bu yalnızca çocuk doğurmanın psikolojik ağırlığı değil aynı zamanda eşlerinin ve akrabaların, toplumun, anneye karşı yaptığı bitmek tükenmez baskıdan geliyor, anlaşılamamış olmanın yalnızlığı, kızgınlık, baskı... Bu da sonunda hem çeşitli mental hastalıklara hem de boşanma sayılarında artışa neden olmuş gibi görünüyor.
Şuanki medyada annelik ve eş olmak yüceltilirken, çalışan bekar bir kadın olmak hala negatif bir şekilde servis ediliyor.
Giderek azalan nüfus ve düşen evlilik oranları, artan boşanmalar bize bir fikir veriyor aslında. Yani, kadınlar gittikçe aslında “mağdur” olmanın güzellemesinden sıkılıyor ve mağdur olmayı reddediyorlar. Kendileri için daha özgür bir gelecek ve hayat dileğiyle.