Kadına Yönelik Şiddet

Bir kişi daha eksilmeyeceğiz!

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER TANIMI:

“Kadınlara fiziksel, cinsel ya da psikolojik zarar veren ya da verebilecek veya kadınların acı çekmesine neden olabilecek, gerek kamusal gerekse özel alanda yapılan bu tip davranışlara yönelik tehditleri ve kadınların özgürlüğünün zorla kısıtlanmasını da içine alan şiddete yönelik her türlü cinsiyetçi davranışı içerir.”

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ TANIMI:

Sözleşmede şiddet, kadınlara yönelik şiddet, aile içi şiddet ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddet olarak ayrı ayrı tanımlanmıştır.

Kadınlara yönelik şiddet: Bir insan hakları ihlali olarak ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir biçimi olarak anlaşılmaktadır ve ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar veya ıstırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem ve bu eylemlerle tehdit etme, zorlama ve keyfi olarak özgürlüğünden yoksun bırakma anlamına gelir.”

Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddetle mücadeleye yönelik uluslararası anlaşmalara, yasalara ve politika taahhütlerine rağmen, Türkiye'de kadına yönelik her türlü şiddeti sona erdirmek için daha fazla çaba gösterilmesi gerekiyor.

Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) ve Ailenin Korunmasına İlişkin Kanun da dahil olmak üzere yasal ve politik taahhütlere rağmen, toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri ve klişeler Türkiye'de çocuk yaşta evlilikler ve kadınlara, kız çocuklarına yönelik yaygın şiddeti sürdürmeye devam ediyor. 

En son resmi verilere göre, Türkiye'de yaklaşık her on kadından dördü yaşamları boyunca fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz kalmıştır. Her yıl yüzlerce kişi, bazı durumlarda istismarcılarını yetkililere birden çok kez bildirmiş olsalar da, partnerleri tarafından öldürülüyor.

Hükümetin kadına yönelik şiddetle mücadele yaklaşımı ataerkil ve muhafazakar terimlerle çerçeveleniyor. Yetkililer savunmasız ve kırılgan gördükleri kadınları korumayı ve aile kurumuna destek olmayı ulusal bir görevin parçası olarak görüyor.

İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen ve Türkiye'de imzaya açılan Avrupa Konseyi'nin aile içi şiddetle mücadele sözleşmesinden ülkenin 2021'de çekilmesi bu sorunun altını çiziyor. Aile içi şiddetin temel nedenlerini ele almak için toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik kamu taahhüdüne ihtiyacımız var. Sözleşmeden çekilmek, toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin uluslararası yasal normları reddetmek ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığıyla mücadele etmek anlamına geliyor. Ayrıca Türkiye, ekonomik olarak daha gelişmiş ülkeleri bir araya getiren Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı'ndaki (OECD) ülkeler arasında kadınların işgücüne en düşük katılımına sahip ülkedir. Ekonomik bağımlılık, kadınların istismar içeren ilişkilerden ayrılmasını daha da zorlaştırıyor.

Türkiye'nin aile içi şiddet yasasına göre, istismara uğrayan kadınlar, failin mağdura yaklaşmasını ve temas kurmasını engelleyebilecek yasaklama emirleri gibi önleyici tedbir kararları için polise veya mahkemelere başvurabilir. Mağdurlar ayrıca sığınma evine erişim sağlayan koruyucu tedbir kararları ve mali yardım da dahil olmak üzere diğer önlemler için başvuruda bulunma hakkına sahiptir.

Yetkililer kadın cinayetlerini kovuşturmada daha iyi hale gelirken ve artık partnerini öldüren erkeklere rutin olarak müebbet hapis cezası verirken, örneğin Pelda Karaduman davasında, hiçbir kamu görevlisi, hiçbir mahkeme, hiçbir savcı, suçlarından dolayı soruşturulmadı veya disiplin cezasına çarptırılmadı.

Ayşe Tuba Arslan davasında, kamu görevlilerinin olası ihmaline yönelik yürütülen ceza soruşturması kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi. Ayşe'nin ailesinin ise kızlarını koruyamadıkları gerekçesiyle İçişleri Bakanlığı ile Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'na açtığı tazminat davası reddedildi

Mahkemeler, polis ve diğer yetkililer kendi davranışlarının kadınların hayatını kaybetmesine nasıl katkıda bulunduğunu anlamadıkça aile içi şiddet mağdurları için asla uygun koruma olmayacaktır.