kaldırım

Bu hikaye çok eskiden yazıldı.

Kaldırıp kafamı bastığım ve baktığım kaldırım taşından gökleri izliyorum, sanki bir değil binlerce gök, her noktasında bambaşka hikayeler yazıyor, milyonlarca yıldır burada mı gerçekten? Benden, şu ölmekte olan ottan, yerde ezilmek uğruna bir yerler için çalışan şu minik karıncadan eski, bizden öncesinden de, büyük büyük annelerimden ve onların büyük büyük annelerinden de, hiçbir şey yokken de vardıysa, hiç yorulmamış mı bunca zaman, ben birkaç bin gündür varım sadece, ancak kafamı kirli ve gri bu kaldırımlardan ayıramıyorum.

Göğe bakmaya halim kalmadı, başımı artık dik tutamıyorum, insan olmak utanç veriyor, peki bu gök neden böylesine mavi? Yorulmuyor mu? Yormuyor mu bizi? İnandırıyor çünkü iyi bir şeyin olabileceğine. Bazen bozulsa da çehresi gri de olsa kara da biliyorum ki birkaç güne hiç gürlememiş, hiç ağlamamış, hiç çığlık çığlığa taşmamış gibi masmavi olacak, içime umut ekiyor, unut diyor ne yaşandıysa, her şey bak böyle parlayabilir sonrasında. İçimdeki ufacık umut tüketmişken beni, ben hayal kırıklarımın arasında ellerim ve ayaklarım kesikler içindeyken bu gök böylesine parlamaya, maviler içinde cıvıldamaya utanmıyor mu?

Kendime acıyorum bu yüzden. İçimde biriken kirden, nefretten, affedememezlikten utanıyorum. Ben esip gürleyemiyor, biriktirdiğimi boşaltamıyorum. Hep gri kendi kalbimdeki gökyüzü, ben bulutlarımı dağıtıp renklere bürünemiyorum. Kaldırımları izliyorum onun yerine, denize bakmak dururken ayaklarımın altındaki çöplere bakıyorum, kafamı yukarda tutamıyorum.