Kendi Gök Kubbemiz
Kendi Gök Kubbemiz Üzerine...
Süleymaniye’nin sokaklarında başlayan bu eser, Madrid’de bir kahvehanede, İstanbul’un hicranlı tahayyülüyle sona erer. İstanbul’u başlı başına sadece bir mekan olduğu için seven şair, neredeyse her semtine uğramış ve her açıdan İstanbul’u seyretmiştir. Adeta bir İstanbul bilirkişisi olan Yahya Kemal’i, Haluk Dursun bile kıskandığını söylemiştir. Hatta şöyle de eklemiştir Haluk Dursun: “…Yahya Kemal’in benden bir adım önde olduğunu, hep benden önce o manzaralara temaşa ettiğini biraz da kıskançlıkla fark ettim…” Kendi gök kubbemiz ifadesinin ne manalara geldiğini anlamakta fayda bulunmaktadır. Bu ifadede öne çıkan vurgu, kendilik vurgusudur. Geçmişin tanığı olan gök kubbenin, Süleymaniye Camii’nin, buradaki amacı geçmiş ve geleceğin arasında bir köprü olmaktır. Bunu da mekânsal olarak yapan Süleymaniye geçmişin ve şimdinin insanını bir araya getirmektedir. Süleymaniye Camii tek başına sunduğu anlamla bir şey ifade etmezken içerisindeki eşyalar ve insanlarla öneminin zenginliği şiirde görünmektedir. Yahya Kemal mekanlarla bir diyalog içerisindedir, onlarla konuşur ve onlara bir insanmışçasına muhabbet duyar. Yahya Kemal’in şiirlerinde mekân, insanı fiziki varlığının monotonluğundan kurtulmaya çağırmaktadır. Bir mekâna ait olmak sadece coğrafî olarak tasvir edilemezken, Yahya Kemal’e göre mekânla bizlik duygusu oluşturabilmek için mekânın ruhuyla insan arasında da bir ortaklık olmalıdır. Mekânı gezilen ve sezilen bir yer olarak da niteleyen şairin İstanbul’u özlemediği, hayallerini İstanbul sokaklarıyla süslemediği tek bir an bile yoktur. Paris’te Leylak Bahçesi’nde otururken Erenköy leylakları canlanırdı hafızasında. Madrid’de kahvesini içerken gözlerinin önünden Emirgan’ın kahvehaneleri geçerdi. Gurbetteyken de onlarca şiir yazmıştır ama hiçbirinde de İstanbul’u anmaktan geri durmamıştır. Bazen istenmeyen bir yerden, bazen de hayalleri süsleyen bir mekân özleminden kaynaklanan kaçma düşüncesi, hayal yoluyla gerçekleşme imkânı bulur. Hayal âlemlerine sığınmanın arkasında yatan kaçış düşüncesi Yahya Kemal’in şiirlerine de yön verir. Daima bir hüzün içinde, hafızasında dönüp duran Üsküdar, Cihangir, Fenerbahçe, Çamlıca ve daha nicesinin manzarasıyla kendi haline acırdı. “İstanbul’a dönmek isterim ben.” Der Yahya Kemal dostuna yazdığı bir şiirinde. Şöyle de devam eder aynı şiirine, “Son devrede, ihtiyarlığımda/Artık çekilince söz ve sazdan/Ömrüm İç Erenköyü’nde geçsin.” Nerede olursa olsun daima İstanbul’a dönmeyi bekler ve döneceği günü hayal eder. Hatta bir başka şiirinde de şöyle söylemektedir. “…İstanbul’a artık bu dönüş son dönüş olsun…” Görüldüğü üzere, şair İstanbul ile nefes alıp vermektedir. Son nefesini de İstanbul’da vermek son dileğidir. Kitap ilk başlandığında yalnızca bir şiir kitabı gibi hissettirse de hakikat öyle değildir. Adeta bir şehir rehberi, bir şehrengiz gibi şehrin her bir semtinden edebi bir şekilde bahseden Beyatlı bazı semtlere ve ilçelere özel şiirler bile yazmıştır. İstanbul’u anmaktan ve onu anlatmaktan hiçbir zaman geri durmayan şair, Cihangir’den Altın Şehir Üsküdar’a bakmış, Atik Valide’de dolaşmış, Emirgan’da kahvesini içmiş, Bebek’i akşam seyretmiş; Moda’da mayısı, Erenköy’de baharı görmüştür. İstanbul’u İstanbul yapan ne varsa gören ve sezen Yahya Kemal Beyatlı İstanbullu olduğunu tam anlamıyla her şiirinde hissettirmiştir. Aslında sadece İstanbullu değil İstanbul’un ta kendisi olan şair; bir mekanın sadece mekan olmadığını, içerisinde bulundurduklarıyla kendilerine has bir kültürü ve onu anlamanın yolu olduğunu anlatmıştır. İstanbul’un her bir tepesinden İstanbul’a bakan şair, “ Sana bir tepeden baktım aziz İstanbul! Görmediğim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul! Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.” demiştir. İstanbul yalnızca bir şehir değildir ki Yahya Kemal’in her bir mısrasından yükselen nidalar bunu kanıtlar mahiyettedir. Öyledir ki; İstanbul’un sireti insanından, sureti varlığının izlerinden ibarettir. Hem sireti hem sureti Yahya Kemal Beyatlı’nın mısralarında zarif bir biçimde varlığını sürdürür. Beyatlı yüreği ve aklıyla; muzip ve munis anılarla var olan İstanbul’dur, bir yokuşu denize inen bir yokuşu çıkmaza varan İstanbul’dur. O her yönüyle daima ufukta görünen İstanbul’dur. Ona göre İstanbul’da yaşayan, ölen ve gömülen insan en hoş ve en uzun rüyada yaşamıştır ki kendisi de bu şerefe nail olmuştur. Yani İstanbul’un hakkını vermiştir. Yahya Kemal, en güzel ve en hüzün dolu sevgilisiyle sonsuza kadar koyun koyuna yatacaktır. Şair muradına ermiştir.