Kıbrıs Sorununun Tarihsel Gelişimi ve Türkiye’nin Adaya Müdahalesi
Kıbrıs sorunu, Türk-Rum toplumları arasındaki çatışmalarla şekillendi; Türkiye'nin 1974'te adaya müdahalesi bugünkü siyasi yapıyı oluşturdu.
Türkiye’nin adaya müdahalesine giden süreci daha iyi kavrayabilmek için adanın geçmişine inilmesi gerekmektedir. Osmanlı toprağı olan Kıbrıs Adası, büyük oranda Rumlardan ve Türklerden oluşmaktaydı. Akdeniz hâkimiyeti açısından oldukça önemli bir konumda olan ada, ayrıca birçok ticaret güzergâhının güvenliği açısından da önemlidir. Bu sebeplerden dolayı dönemin başat gücü olan İngiltere, "İmparatorluk Yolu" adı verilen güzergâhı koruyabilmek adına adayı, II. Abdülhamid döneminde, 4 Haziran 1878 tarihinde yıllık 92.799 sterline kiraladı. Osmanlı’nın adayı neden İngiltere’ye kiraladığına dair birçok sebep bulunmaktadır; fakat konu gereği bu sebeplere değinilmeyecektir.
Resmi olarak Osmanlı toprağı sayılmaya devam eden, ancak İngiltere yönetiminde olan ada, I. Dünya Savaşı sırasında İngilizler tarafından resmen ilhak edildi. Bu tarihten itibaren ada, 16 Ağustos 1960 tarihine kadar İngiltere’nin yönetimi altında kaldı. Bu süreç içerisinde adadaki Rum kesimi ile İngiliz yönetimi arasında çeşitli sorunlar oluşmaya başladı. Türkiye, adanın İngiliz toprağı olması sebebiyle herhangi bir şekilde ada üzerinde hak iddia etmemekteydi. Kıbrıs Türk kesiminin mücadelesinin öncüsü sayılan Dr. Küçük, birçok defa Türkiye’ye seyahat edip adanın bir milli mesele olduğunu ifade etmiş olsa da Türkiye, adanın İngiliz toprağı olması sebebiyle olaylara müdahil olmak istemiyordu.
Türkiye’nin ilerleyen süreçte adadaki olaylara bir taraf olmasını değerlendirecek olursak aslında İngiltere’nin Türkiye’yi bilerek adadaki olaylara sürüklediğini öne sürebiliriz. Adadaki karışık durumun tarafları İngiltere ve Rum kesimiyken, İngiltere olaylara Türkiye’nin de dâhil olmasını sağlayıp adadaki karışıklığı Rum ve Türk halklar ekseninde, Yunanistan ve Türkiye arasındaki bir çekişmeye evriltmiş ve kendisini bir gözlemci ya da arabulucu olarak konumlandırmıştır.
İngiliz yönetimi süresince adadaki Rum kesimi, hem İngiliz yönetimine hem de Türk kesimine çeşitli saldırılarda bulunmuştur. Sorunun çözümü noktasında İngiltere’nin birçok girişimi olmuş olsa da bu girişimler sonuçsuz kalmıştır. Tarih 1960’a geldiğinde, İngiltere resmen adadan çekilme kararı almıştır. İngiliz yönetiminin çekilmesinin ardından adada Kıbrıs Cumhuriyeti adı verilen bağımsız bir devlet kurulmuş olsa da çok uzun ömürlü olmamıştır. Rum kesimi, ENOSİS adı verilen, özünde adanın Yunanistan’a bağlanması fikrine sahip olan idealleri sebebiyle silahlanmış, EOKA adı verilen bir örgüt kurmuş ve Türk kesimine yönelik saldırılarda bulunmuştur.
Adanın Türk kesimi, EOKA karşısında TMT’yi (Türk Mukavemet Teşkilatı) kurmuştur. Adada taksimi öngören bu yapılanma, EOKA’ya karşı Türk toplumunun güvenliğini sağlama hedefine sahipti. Taraflar arasındaki çatışma gitgide büyüdü; özellikle Rum kesiminin Türk kesimine yapmış olduğu çok büyük kanlı eylemler mevcuttur. Bunlardan en önemlisi ise "Kanlı Noel" adı verilen ve adadaki Türk halkının büyük çoğunluğunun zarar gördüğü eylemlerdir.
Türkiye’nin o dönemdeki Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, adaya müdahale edilebileceği yönünde bir tavır takınmıştır. Soğuk Savaş’ın en sert olduğu süreçte İsmet İnönü’nün bu tarz bir ifade kullanmasının ana sebebi, ABD ve İngiltere’nin Yunanistan ve adanın Rum kesimine baskı yaparak bu olayları sonlandırmak isteyebileceği fikriydi. Çünkü Soğuk Savaş’ın en yoğun olduğu dönemde iki NATO üyesi devletin, silahlı çatışmaya dönüşebilecek bir kriz içinde olması kabul edilebilir bir durum değildi. Fakat İsmet İnönü’nün bu fikri boşa çıkmış; takınılan bu tavrın ardından ABD tarafından Türkiye’ye çok sert bir dille ikaz edildiği "Johnson Mektubu" gönderilmiştir. Bu mektup, Türkiye’nin ABD ve Batı Bloğu ile ilişkilerini gözden geçirmesi gerektiğini anlaması gereken bir noktadır. Bu an, Türk dış politikası için bir kırılma noktası olarak da yorumlanabilir.
Adadaki olayların hız kesmeden devam ediyor oluşu, özellikle Rum tarafının faaliyetlerinin gittikçe artması, taksim çözümünü değerlendirmek amacıyla iki halktan da yetkililerin olduğu bir yönetim mekanizması tahsis edilmesine yol açtı. Fakat bu iktidara EOKA tarafından darbe yapıldı. Türkiye, adadaki anayasal düzeni tesis etmek ve garanti anlaşmasını yerine getirmek amacıyla 15 Temmuz 1974’te adaya müdahalede bulundu. Genel anlamda dünya kamuoyu tarafından müdahalenin sebepleri ve meşruiyeti açısından çok olumsuz bir yaklaşım sergilenmedi. Fakat birinci müdahalenin istenilen sonuçları elde edememiş olması sebebiyle, 14 Ağustos 1974 tarihinde ikinci bir müdahale kararı alındı. Bu müdahalede dünya kamuoyu, birinci müdahalenin aksine olumsuz bir tavır takındı. Bunun ana sebebi, birinci müdahalenin meşru bir eylem olarak görülürken ikinci müdahalenin Türkiye tarafından adanın işgaline yönelik bir girişim olarak değerlendirilmesidir. Bu müdahalenin ardından adadaki Türk kesiminin yaşadığı bölge, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından kontrol altına alındı ve ada taksim edildi. Günümüz sınırları çizilmiş oldu.
İlerleyen süreçte iki halkın birleşmesi ve tek devlet olması yönünde Annan Planı gibi projeler gerçekleştirilmek istendi; ancak başarılı olamadı. Şu an adada, GKRY ve KKTC olmak üzere iki devlet bulunmaktadır. Fakat birçok devlet KKTC’yi tanımamaktadır. Adada tek bir yönetim olduğu ve bunun da Rum yönetimi olduğu şeklinde genel bir kabul bulunmaktadır.
Türkiye’nin süreç içerisinde yaptığı hatalar arasında Kıbrıs meselesine erken bir şekilde müdahil olmamak, adaya yapılan müdahalelerin birinci ve ikinci müdahale olarak ayrıştırılması ve KKTC’nin daha fazla devlet tarafından tanınmasını sağlayabilmek adına yeterince aktif bir politika izlememek olduğu kanaatindeyim.
Kıbrıs meselesini genel hatlarıyla bugün çatışmaların devam ettiği Filistin meselesine benzetmek mümkündür. Bu iki olay genel hatlarıyla birbirine benziyor olsa da Kıbrıs meselesini ayıran temel çizgi, her ne kadar eleştiriliyor olsa da Türkiye’nin gerçekleştirmiş olduğu müdahaledir. Kıbrıs meselesi üzerinde de birçok defa federal ve ikili devlet modelleri denenmiş, fakat başarılı olunamamıştır. Yine de Türkiye’nin yapmış olduğu müdahale neticesinde çatışmaların sonlanmış olduğu bir gerçektir. Koşullar ve konjonktür benzer olmasa da Filistin meselesinde bölge ülkelerinin, Türkiye’nin tıpkı Kıbrıs meselesinde takınmış olduğu tavrın bir benzerini takınması belki de Filistin meselesini çözüme kavuşturabilir.