YUNANİSTAN’IN İTALYA HAMLESİ VE TÜRK TEZLERİNİN KABULÜ

İtalya ve Yunanisitan arasında imzalanan MEB Antlaşmasının Türkiye için önemi nedir? Beraber bakalım.


9 Haziran 2020 tarihinde Yunanistan ve İtalya arasında imzalanan Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması ve Münhasır Ekonomik Bölge Antlaşması, ilk bakışta Türkiye’yi ilgilendirmiyor gibi değerlendirildi. Yapılan antlaşma Akdeniz’den ziyade Adriyatik Denizi’ni ilgilendiriyordu. Ancak antlaşmanın detayları gün yüzüne çıkmaya başladıkça, konunun aslında Türkiye’yi çok yakından ilgilendirdiği anlaşılmış oldu. Antlaşma içeriğinin, Türkiye’nin deniz yetki alanlarını bizzat etkileyecek bir unsur barındırmasa da başka bir açıdan Türkiye için çok önemli detaylar içerdiği anlaşıldı.

Yunanistan’ın Türkiye ile Ege ve Akdeniz’de yaşadığı kıta sahanlığı ve MEB alanları sorunlarına bakıldığında, Yunan diplomasisinin adaların da kıta sahanlığına sahip olduğu tezlerini savunduğu görülecektir. Örneğin; Meis Adası’nın kıta sahanlığına sahip olduğunu iddia ederek büyük bir Anadolu yarımadasının kıta sahanlığını adeta yok sayarcasına ihlal eden haritaların geçerli olmasını talep etmektedirler. Yunanistan’ın adaların kıta sahanlığı konusunda açıkça temelsiz ve hukuka dayanmayan bu iddiaları iki ülke arasında bugüne kadar kıta sahanlığı konusunun çözülememesinin en temel nedeni olmuştur. Kaldı ki adaların kıta sahanlığının olduğu iddiasının Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi açısından da bir geçerliliği yoktur. Dünya genelinde de bu tarz bir çözüm şekli görülmemiştir. Yunanistan uluslararası hukuka aykırı bu iddialarla Türkiye’nin kıta sahanlığı ve MEB alanlarını ihlal ederek adeta, Türkiye’yi Ege ve Akdeniz’de hareketsiz bırakmak istemektedir. Kıta sahanlığı ve MEB problemlerinin BM nezdinde de en geçerli çözümü, kıyıdaş iki devletin ortay hat oluşturarak, karşılıklı antlaşma yoluyla sınırların belirlenmesidir. Bu konuda Yunanistan ortay hattın adalardan alınması gerektiğini, adaların da kıta sahanlığı olduğu iddiasını öne sürerken, Türkiye’nin anakaradan kaynaklı kıta sahanlığı ve MEB alanlarını asla dikkate almamaktadır. Dolayısıyla Yunanistan’ın bu temelsiz tezlerini kabul etmek asla mümkün değildir. Türkiye de bugüne kadar bunu yapmış, uluslararası hukuktan ve BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nden kaynaklanan haklarını sonuna kadar korumuştur. Türkiye, Yunanistan ile yaşanan bu sorunlarda da BM’nin de işaret ettiği hakkaniyet ilkesini dikkate alarak çözüm önerileri sunsa da Yunanistan tarafından bunlar kabul görmemiştir. Türkiye, Yunanistan’ın adaların kıta sahanlığı olduğu iddiasına şiddetle karşı çıkmakta ve kabul etmemektedir. Adaların ancak kara sularının olduğunu ve hak ettiği şekilde de bu hakkın verileceğini belirtmektedir. Anakaranın kıta sahanlığının, adalar vasıtasıyla ihlal edilemeyeceğini savunmaktadır ki; bu durum gerek BM nezdinde gerekse de dünya geneli uygulamalarda böyledir.


Doğu Akdeniz’de sular gittikçe ısınmaktayken, Türkiye’nin Libya ile imzaladığı MEB antlaşması, Yunanistan’ın Doğu Akdeniz için düşündüğü ve uygulamaya çalıştığı fikirleri büyük ölçüde uygulanamaz hale getirmiştir. Türkiye açısından büyük bir diplomatik başarı olan bu antlaşma, sadece Türkiye’ye değil Libya’ya da deniz yetki alanlarında alan kazandırmıştır. Yunan tezleri kabul edilseydi ya da Libya böyle bir antlaşmayı Yunanistan ile yapsaydı, Libya da alan kaybetmiş olacaktı. Dikkat çekmek gerekir ki aynı durum hali hazırda Mısır ve İsrail için de geçerlidir. Bu iki devlet Türkiye ile karşılıklı olarak deniz yetki sınırlandırması antlaşması imzaladığı takdirde, sadece Türkiye değil kendileri de alan kazanacaktır. Ancak Yunanistan ile imzaladıkları takdirde bu iki devlet alan kaybına uğrayacaklardır. Bu konu Türkiye tarafından diplomatik yollarla çok iyi bir şekilde anlatılmalıdır. Yunanistan’ın geçersiz tezleri Akdeniz’e kıyısı olan bu devletlerin de alan kaybetmesine neden olmaktadır. Türkiye’ye kabul ettirilmeye çalışılan Seville haritasının hiçbir hukuki dayanağının olmamasının yanında söz konusu diğer devletler açısından da kayıplar içermektedir. Seville haritası Türkiye’nin yaklaşık 91.000 kilometrekare alanını bir anda elinden almakta ve Türkiye’yi kendi kıyılarına sıkıştırmaktadır. Seville haritası adeta Mavi Vatan’ın Sevr haritasıdır. Kabul edilmesi mümkün olmayan, temelsiz ve hukuka aykırı bir şekilde oluşturulmuştur.


9 Haziran 2020 tarihinde Yunanistan ve İtalya arasında imzalanan deniz yetki alanlarını karşılıklı olarak belirleyen antlaşmaya bakıldığında, Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı öne sürdüğü ‘’adaların da anakaralar kadar kıta sahanlığı vardır’’ tezinden vazgeçtiği anlaşılmaktadır. Söz konusu antlaşmada Yunanistan İtalya’ya karşı adalarına anakara kadar kıta sahanlığı vermemiş ve bunu kabul etmiştir. Bu sebeple Yunanistan dolaylı da olsa Ege ve Akdeniz’de Türkiye’nin tezlerini kabul etmiş olurken, yıllarca sürdürdüğü kendi tezlerini de yine kendi elleriyle çürütmüştür. Bu antlaşma göstermiştir ki; Ege ve Akdeniz’de de Türkiye’nin yürüttüğü politika uluslararası hukuka uygun ve geçerli olan politikadır. Türkiye’nin eline büyük bir diplomatik koz geçerken, Yunanistan kendi tezlerinin nasıl da geçersiz olduğunu uluslararası camia önünde yine kendisi ispatlamıştır. Kaldı ki yapılan antlaşma Yunan muhalefet partileri tarafından da bu gerekçelerle sert eleştirilere maruz kalmıştır. Ayrıca söz konusu antlaşma, Libya’nın ve Arnavutluk’un da egemenliğinde olacak alanların bir kısmını da ihlal etmiştir. İtalya bu antlaşmayı Yunanistan ile değil de Arnavutluk ve Libya ile imzalamış olsaydı bu iki ülkenin kazanımı da daha fazla olacaktı. Türkiye’nin bu iki konu üzerinden uluslararası camiada diplomatik ağırlığını koyması gerekmektedir.


Sonuç itibariyle Türkiye bugüne kadar doğru bir şekilde yürüttüğü Doğu Akdeniz, Ege ve Kıbrıs politikalarının meyvesini almaya başlamıştır. Bundan sonra ise Türkiye’nin yapması gereken ortaya çıkan haklılığını uluslararası toplum nezdinde daha güçlü anlatmak ve özellikle Doğu Akdeniz’de Mısır, İsrail gibi kıyıdaş devletlerle bu konuda yoğun diplomatik ilişkiler kurmaktır. Libya ile yapılarak BM’ye bildirilen antlaşma gibi, bu devletlerle de antlaşma yapılabilmesi durumunda, hem Türkiye hem de bölge ülkelerinin yararına bir durum ortaya çıkacak ve Türkiye’ye diretilen Seville Haritası tamamen geçersiz olacaktır. Unutmamak gerekir ki; Mavi Vatan da en az kara topraklarımız kadar önemli ve hayatidir. Mavi Vatanı korumak kara topraklarımızı korumak kadar elzemdir.