Kış Ve Mal-i Hülya

Bu mevsimde doğa dinlenir, insan ise düşünür.

Mevsimlerin en sessizi ve en derini, toprağın karla büründüğü, dalların çıplak kaldığı, rüzgârın dinginleştiği bir mevsim… Doğa dinlenir, insan ise düşünür. İşte tam da bu yüzden kış, melankolinin mevsimidir. Melankoli, kışın sessizliğinde kendine yer bulur; insanın içine doğru bir yolculuğa çıkar.

Verdiği soğukluk dışarıdaki hareketliliği su serperken içimizde bir kıvılcım yakar. Pencereden dışarı bakarken gördüğümüz boş sokaklar, karanlık bulutlar ve uçuşan kar tanelerinin ahengi ruhumuzun derinliklerinde bir yankı yapar. Melankoli, kışın bu durgun yüzeyinde görünür hale gelir. Ama bu melankoli bir karamsarlık değil, bilakis bir farkındalık hâlidir. Bizi günlük telaşlardan çekip alır ve kendi varlığımız üzerine düşündürür.

Doğu ve Batı düşünürleri, melankoliyi kimi zaman bir hastalık, kimi zaman ise bir ilham kaynağı olarak görmüştür. İbn Sina, melankoliyi insanın zihinsel ve ruhsal derinleşmesine kapı aralayan bir durum olarak yorumlarken, Aristoteles melankoliyi dahilikle bağdaştırır. İkisine göre de melankoli, sıradanlığın ötesine geçmenin bir yoludur. Kış mevsimi, bu yolculuğun doğal bir zemini gibidir; çünkü insan kışın sessizliğinde içindeki sesleri daha net duyar.

Tasavvufî bir bakış açısıyla kış, insanın sabırla bekleyişini simgeler. Mevlânâ, kışı ruhun bir arınma süreci olarak görür: “Kışta toprağın altında filizlenen tohum gibi, insan da en karanlık zamanlarında büyür ve olgunlaşır.” Melankoli, bu sürecin ayrılmaz bir parçasıdır. Kışın karanlık ve soğuk günleri, ruhumuzun derinliklerinde yeni ışıkların doğmasına vesile olur.

Batı’da ise kış, daha çok varoluşsal sorguların bir yansıması olarak ele alınır. Albert Camus, kışı “insanın yenilmez yazını keşfettiği bir mevsim” olarak tanımlar. Soğuk, bir yüzleşme anıdır. Kışın melankolisi, insanı zayıflatan değil; aksine güçlendiren, onu kendi köklerine döndüren bir duygudur.

Kış ve melankoli, birbirini tamamlayan iki arkadaş gibidir. Biri doğayı sustururken, diğeri insanı kendi iç dünyasının gürültüsüne taşır. Biri soğuğun duruluğunu taşırken, diğeri ruhun karmaşasını önümüze serer. Ancak bu karmaşa içinde bir anlam saklıdır. Melankoli, bize hem acıyı hem de umudu hissettirir; çünkü insan en çok melankolik anlarında kendi varlığını sorgular, hakikati arar.

Kış, bizi hazırlayan bir arayıştır; melankoli ise bu arayışın sessiz rehberi. İnsan, kışın soğuğunda melankoliyle yoğrulurken, kendi içindeki bahara doğru yürür. Bu yüzden kış ve melankoli, bir son değil, bir başlangıçtır.

Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu.

Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu.

Bir kuytu manastırda dualar gibi gamlı,

Yüzlerce ağızdan koro halinde devamlı,   

Bir erganun ahengi yayılmakta derinden…

Duydumsa da zevk almadım İslav kederinden.

Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta,

Tanburi Cemil Bey çalıyor eski plakta.

Birdenbire mesudum işitmek hevesiyle

Gönlüm dolu İstanbul’un en özlü sesiyle.

Sandım ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık,

Uykumda bütün bir gece Körfez’deyim artık!

                                             Yahya Kemal Beyatlı