Kitap Yorumu: Uğultulu Tepeler - Emily Bronte
Kült eserlerden Uğultulu Tepeler ile Emily Bronte, farklı ancak oldukça etkileyici bir hikayeyi gözler önüne seriyor.
Tutkunun esiri olmanın ve hırsın insandaki en saf duyguları bile ne denli çirkinleştirebileceğini gözler önüne seren Uğultulu Tepeler, dünya klasikleri içerisinde çok büyük bir yere ve öneme sahip bir Emily Brontë eseri.
Dönemi söz konusu edildiğinde feminist hareketin cesur ve önder kalemleri Brontë kardeşlerden Emily Brontë’nin tek romanı Uğultu Tepeler, büyük ancak şahsi hırslar ve egolar ile kirlenen bir aşkı anlatmakta.
Roman, kısaca viktorya dönemi İngiltere’sinin sosyal sınıf ve statülerini, bunlara verilen önemi anlatırken aynı zamanda evlilik kurumuna olan bakışı da bizlere veriyor.
Romanın baş karakteri Catherine, biraz uçarı ama aslında sevimli bir çocukluğa sahip. Ancak mizacında yer alan şımarıklık ve ilgiye duyduğu düşkünlük, hislerinin masum kalmamasına sebep olmuş bir durumda. Bunun yanında, statüye ve sosyal sınıfa oldukça önem vermekle birlikte, tabiri caizse burnu havada bir karakter.
Catherine, oldukça normal ve iyi bir aileye sahip. Bir iş gezisi sonrasında, Catherine’ın babasının, Heatcliff adlı, başta içine kapanık olan ve yardıma ihtiyacı olan bir çocuğu evlatlık alması ile birlikte romanın asıl kurgusunu oluşturan Catherine ve Heatcliff’in hikayesi başlıyor.
Heatcliff, başta her ne kadar öyle olmasa da, hayatta karşısına çıkan olaylar ve durumlar sonucunda gittikçe kindar ve kalbi kara birine dönüşüyor. Narsist bir karakter olarak da değerlendirebileceğimiz Heatcliff’in davranışlarından, egosunun ve kendi isteklerinin yerine getirilmesinin diğer herkesin hislerinden ve yaşantısından çok daha önemli olduğunu anlıyoruz.
Zamanla birbirini çok seven Catherine ve Heatcliff, şahsi hırs, kırgınlık ve ego sebebi ile birbirinden ayrılıyor. Bu noktada en önemli kısmın, Catherine’ın ve ailesinin sosyal statüye verdiği değer ve önemin olduğunu düşünüyorum.
Benim en çok dikkatimi çeken kısım, Catherine’ın roman karakterlerinden beklediğimiz gibi, romantik bir şekilde maddiyata önem vermeden kalbinin ait olduğu kişiye doğru değil, mantığına en çok yatan ve maddi anlamda sosyal statü ve sınıf olarak en iyi tercihe, adaya doğru meyletmesi oldu. Tercihini tamamen maddiyat odaklı düşünürek buna göre kullanması, bencilce davranışları ve fikirlerini kalp kırmaktan korkmadan net bir şekilde söylemesi Uğultulu Tepeler’i diğer romanlardan ayıran bir etken.
Baş karakterlerin idealize edilerek, mükemmelleştirilerek değil, kabul edilemez hatalarıyla, insanlara yaptıkları kötülükler ve hırslarının kurbanı olmalarıyla verilmesi romanın figüratif kadrosunda bir başka önem taşıyan unsurlardan biri olmakla birlikte verilen mesajın neticesini belirleyen de bir durum olmuş.
Heatcliff’in zaman geçtikçe giderek kötüleşmesi, Catherine’ın akıl almaz davranışları ve romanda bulunan yardımcı karakterlerin, romanın baş karakterleri tarafından bu kadar haksızlığa ve zulme uğramasını okurken içimin karardığını söylesem yanlış olmaz sanırım.
Emily Brontë, söz konusu edilen insandaki karanlık duyguların Heatcliff’te olduğu gibi galip gelmesinin kötü sonuçlarını verecek şekilde karakterleri kötü bir sonla cezalandırarak önemli mesajlar içeren bir roman kaleme almış durumda.
Uğultulu Tepeler, her ne kadar okurken bende olumsuz duygular uyandıran bir hikayeye sahip olsa da, çok başarılı ve etkileyici bir şekilde kaleme alınmış bir roman olarak kesinlikle okunması gereken dünya klasiklerinden biri. Roman, okuyan her kişiye çok farklı duygular uyandıracak bir atmosfere sahip.