Klaus: Bir Mektup ve Bir Oyuncakla Başlayan Hikaye
Değişimin Gücü ve Büyülü Bir Dostluk
Yapılan gerçek bir iyilik, başka bir iyiliği doğurur…
Yılbaşının babası Noel Baba’nın nasıl bir sihirle ortaya çıktığını, çocuklara hediyeler getiren bu tonton amcanın ardındaki hikâyeyi gözler önüne seren büyüleyici atmosferi, derin karakterleri ve şahane senaryosuyla izlenebilecek en güzel yılbaşı filmi… Çıktığı yıldan bu yana her yılbaşında değişmez bir gelenek haline gelen filmim Klaus. Bu yıl da kar taneleri penceremi süslerken bir kez daha Klaus’u izledim. Bu defa ise filmi izlemekle yetinmeyip içimde filizlenen hisleri kelimelere dökmek, bu büyülü masalı süslü bir dille anlatmak istedim.
Kışın bembeyaz örtüsüyle sardığı dünyada sıcacık bir hikâyeyle içimizi ısıtan Klaus, yılbaşı ruhunun ta kendisi. Bu film yalnızca bir animasyon değil aynı zamanda sihirle dokunmuş bir anlatı. Cömertlik, dayanışma ve değişimin kaçınılmaz güzelliği üzerine dokunaklı bir manifesto. Smeerensburg’un gri sokaklarında sessiz ama derin çatışmalar arasında yavaş yavaş yılbaşı mucizesinin doğuşuna tanıklık ediyoruz ve kasabanın keder dolu dokusunun Klaus’un sıcacık hediyeleri ve Jesper’ın bitmek bilmeyen çabalarıyla nasıl canlandığına şahit oluyoruz.
Hikâyemiz, kraliyet postacılığı eğitimi alan Jesper ile başlıyor. Ancak Jesper, alışageldiğimiz kahraman figürlerinden oldukça uzak bir genç. Bencil, umursamaz ve hayatın yükünden kaçmaya alışkın. Servet içinde büyümüş, ne istese ayağına serilmiş bir yaşamın şımarıklığıyla şekillenen karakteri çalışmanın ve sorumluluk almanın ne olduğunu bilmiyor.
Ancak Jesper’ın bu rahat yaşamını ona sunan babası, oğlunun hayata dair sorumluluk alması gerektiğinin ve bu keyfi yaşam tarzının sonsuza dek sürdürülemeyeceğinin farkında. İşte tam da bu yüzden babası Jesper’ı zorlayıcı bir sınavla baş başa bırakmaya karar veriyor ve onu her postacının adını duyduğunda irkildiği, buz gibi bir kasaba olan Smeerensburg’a gönderiyor. Buradaki görevi basit, aile mirasını kazanabilmesi için Smeerensburg'da bir yıl içinde 6.000 mektup göndermesi gerek. Ancak kasabanın çatışmalarla dolu ve iletişimden yoksun sakinlerini hesaba katınca da imkânsız görünen bir meydan okuma.
Jesper, görevinin zorluğunu daha ilk günden hissediyor. Buz gibi rüzgârlar kasabanın çatık kaşlı yüzünü sıyırırken onu karşılayan halkın soğuk bakışları görevden çok bir sürgüne gönderildiği hissini uyandırıyor izleyicide. Smeerensburg, yalnızca karlı yollarıyla değil birbirinden kopuk ve düşmanlık dolu komşularıyla da dondurucu bir yalnızlık tablosu çiziyor.
Ne var ki Jesper tüm bu zorluklara rağmen geri adım atmaz. Sahip olduğu zenginliğe ve rahatlığa dönme fikri, babasının sert uyarısını ve mirası kaybetme tehdidini hatırladıkça burada kalıp görevini tamamlamaya kararlıdır. Ancak bu kararlılık her geçen gün kasabanın sert gerçekleriyle sınanır.
Postacı çantasını omzuna asıp çetin kış yollarına koyulduğunda, mektuplarını verecek birini bulmak bir yana konuşmaya yanaşan bir yüz bile bulamaz. Kasabanın birbirine sırtını dönmüş insanları arasında bir köprü kurmak ona verilecek en zor görevdir. Fakat kader, Jesper’ın karşısına yalnızca görev değil mucizeler de çıkarır.
Bir gün, kasabanın derinliklerinde yalnız yaşayan devasa cüssesi ve ürkütücü sessizliğiyle tanınan bir adamla tanışır. Bu tanışma Jesper’ın yalnızca mektup hedefini değil, kendi hayatını da tamamen değiştirecek bir dönüşümün başlangıcı olur.
Bu hikâyede her karakter bir kar tanesi gibi benzersiz ve titizlikle işlenmiş. Klaus'un devasa cüssesini taşıyan kocaman bir yüreği var. Az konuşan bu dev adam, çocukların yüzünde beliren bir gülümsemenin dünyaları değiştirebileceğine inanıyor.
Klaus, yüreğinde sevdiği kadının hatırasını taşıyor. Ona duyduğu aşk dev elleriyle oyduğu her bir kuş evine işlenmiş. Kuşlar için yaptığı bu minik yuvalar onun ince ruhunu ve sevgisini yansıtıyor. Yalnızlığını doğanın kollarında bulduğu huzurla dindiriyor. Hayatı bir orman sessizliğinde akarken kaderin bir cilvesi olarak Jesper, bu sakinliği altüst ediyor.
Jesper’ın gelişi yalnızca Klaus’un değil kasabanın da hikâyesini kökünden değiştiriyor. Başlarda Klaus, bu genç postacının telaşlı ve biraz da bencil dünyasını anlamakta zorlansa da onun içindeki potansiyeli ve ışığı görmeye başlıyor. İkisi arasındaki bu beklenmedik dostluk, kasabaya iyiliğin yankısını taşıyan bir rüzgâr gibi yayılıyor.
Bir de Alva var tabii... Smeerensburg’un donuk yürekleri ve buz gibi havası arasında o da tıpkı Klaus gibi kendi yalnızlığına çekilmiş. Kasabanın kimselerin uğramadığı, terk edilmiş okul binasında balıkçılık yaparak geçimini sağlayan bir öğretmen Alva. Oysa buraya ilk adım attığında büyük hayalleri olan biriydi. Kasabanın çocuklarına okumanın, yazmanın, öğrenmenin büyüsünü öğretmek için yola çıkmıştı. Yüreği bilgiyle aydınlatılacak zihinlerin hayaliyle çarpan genç bir kadındı. Ancak kasabanın soğuk gerçekleri onun hayallerini de sessizce karların altına gömmüş.
Ancak bir gün her şey bir tesadüfün sonucunda değişir. Klaus’un eski, terk edilmiş oyuncaklarından birini tesadüfen bir çocuğa getiren Jesper, kasabada yepyeni bir umut ışığı yakar. İlk çocuk, bir mektup yazdığını ve ardından o büyülü oyuncakla karşılaştığını anlatırken Jesper’ın içinde bir şey kıpırdanır. Bu korkunç kasabadan gitmenin yolunu artık bulmuştur. Eğer mektup bir oyuncaksa, oyuncaklar bu mektubu çoğaltmanın aracı olacaktır.
Jesper, Klaus’u kendi gizli amaçlarını açıklamadan bu işe girmeye ikna eder. İkisi birlikte gecenin karanlığında kasabanın sokaklarında çocuklara oyuncaklar dağıtmaya başlar. İlk başta sıradan bir iyilik gibi görünen bu eylem zamanla kasaba halkının dilinden düşmeyen bir efsaneye dönüşür.
Yazmayı bilmeyen çocuklardan da mektup alabilmek için Jesper onları Alva’ya yönlendirir. Çocuklar sıralara oturdukça ve yüzlerinde öğrenme merakı parladıkça Alva, yeniden öğretmenin ne demek olduğunu hatırlar. Hayallerine olan inancı çocukların kahkahaları ve büyüyen umutlarıyla bir kez daha yeşerir.
Jesper’ın her bir eve farklı yollardan girmesi gerekir. Evlerin kuytu köşelerinden, bazen pencerelerden ve bazen de bacalardan... Gecenin koyu karanlığına adım attıkça, yavaş yavaş her bir adımında kasaba evlerinin içindeki umutları ve bekleyişleri hisseder. Ancak bu yolculuk kolay değildir. Oyuncakları taşımakta başlı başına bir zorluktur. Bu yüzden, o geceyi özel kılacak olan yardımcıları – ren geyikleri – devreye girer. Çocuklar kendilerine oyuncak getiren efsaneye teşekkür için atıştırmalıklar bırakır. Jesper, o minik kurabiyeleri, sütleri ve meyve dilimlerini büyük bir iştahla midesine indirirken, bir yandan da ruhunda her geçen gün büyüyen bir sıcaklık hisseder. Kasabayı değiştiren Jesper’da bu kasabayla değişmeye başlar...
Anlatımı burada sonlandırırken, umarım filmi izleme isteğinizi uyandırabilmişimdir. Defalarca izlememe rağmen, bana her defasında farklı bir dokunuş, farklı bir his bırakmayı başarıyor. Bir yanda kasabanın karanlık, buzlu havası, diğer yanda bir umut ışığı gibi parlayan Klaus ve Jesper’ın yolculuğu... Birbirlerinin farkında olmadan birbirlerinin hayatlarını değiştiren bu iki karakter, kendi yolculuklarında da ilerler. Klaus yıllarca yalnızlık içinde yaşamış, acılarını derinlerde gömmüş bir adamken Jesper, dış dünyaya karşı duyduğu soğukluğu ve umursamazlığı, kasabanın çocuklarının yazdığı mektuplarla eritir. Her geçen sahnede kötülüğün ve umutsuzluğun içinden filizlenen küçük bir iyilik tohumu, büyük bir dönüşümü başlatır. Ve bu dönüşüm sadece kasabayı değil, izleyen herkesi sarıp sarmalar.