Küçük prens ve yetişkin olmak üzerine
"İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir. Gerçeğin mayası gözle görülmez.'' dedi tilki.
"Küçük Prens," Fransız yazar ve pilot Antoine de Saint-Exupéry tarafından 1943 yılında kaleme alınmış bir eser. Hacim olarak oldukça küçük bir kitap. Konusuna kısaca değinecek olursam; Sahra Çölü'ne uçağı düşen bir pilot ile Asteroid B-612 adlı gezegenden gelen Küçük Prens arasında geçen bir hikaye. Küçük Prens, kendi gözünden yetişkinlerin dünyasını anlatıyor biz okurlara. Yazar Saint-Exupéry, tüm hikayeyi öyle şairane ve edebi bir dille aktarıyor ki... Hayran kalmamak mümkün değil. Bazı cümleler biraz durup düşünmenize sebep olurken bazıları kahkahalarla güldürüyor sizi. Bu sebeple Küçük Prens, yediden yetmişe herkesin okuyup kendinde bir şeyler bulduğu ve her okuyuşta bulmaya devam edeceği bir kitap.
Bu yazımda kitaptaki bazı önemli gördüğüm ve altını çizdiğim yerlere dair çıkarımlarımdan bahsedeceğim. Biraz yetişkinlik, biraz çocukluk üzerine konuşacağımız bir yazı olacak. Keyifli okumalar dilerim.
Hikayemizin anlatıcısı olan pilot, uçağını bir kaza sonucu Sahra Çölü'ne düşürmesinin ertesi günü tuhaf bir ses ona: "Lütfen, bir koyun çizer misiniz?" der. Küçük Prens ve pilot bu şekilde karşılaşır. Pilot aslında bir yetişkindir fakat içindeki çocuğu öldürmemiştir henüz. Eleştirdiği büyükler gibi ciddi işler peşinde koşan, kendisinin önemli bir insan olduğunu düşünen bir yetişkin değildir o. Pilot da büyüklerin asıl sorması gereken soruları sormadığı noktasında Küçük Prens ile aynı fikirdedir. Der ki: "Büyükler sayılara bayılırlar. Tutalım, onlara yeni edindiğiniz bir arkadaştan söz açtınız, asıl sorulacak şeyleri sormazlar. Sesi nasılmış, hangi oyunları severmiş, kelebek biriktirir miymiş, sormazlar bile. 'Kaç yaşında?' derler. 'Kaç kardeşi var? Kaç kilo? Babası kaç para kazanıyor?' Bu tür bilgilerle onu tanıdıklarını sanırlar." Ve daha sonra ekler: "Çok şey beklememelisiniz. Çocuklar büyükleri hoş görmeye alışmalılar."
Büyüdükçe kişilerin nitelikten çok niceliğe önem verdiği gerçeğiyle yüzleştiriyor bizi bu pasaj. Biriyle tanıştığımızda en sevdiği rengi ya da gerçekleştirmek istediği hayallerini merak etmiyoruz. Çünkü ne kadar kazandığı, nasıl bir evde oturduğu gibi sorular çok daha önemli(!) Artık hayallerimizi süsleyen evi değil de o evi şimdi aldığımız takdirde gelecek yıllarda ne kadar değerleneceği üzerine konuşuyoruz. Bu sorular eşliğinde ilişkilerimiz derinlikten yoksun bir hale geliyor ne yazık ki. Ve her şeyi ama her şeyi sayılarla ölçebileceğimizi sanıyoruz. Bir şeyin güzel ya da çirkin oluşunu ona biçilen paha ile değerlendiriyor olmak ne kadar doğru ve gerçekçi?
Deseniz ki, "Kırmızı kiremitli güzel bir ev gördüm. Pencerelerinde saksılar, çatısında kumrular vardı." Bir türlü gözlerinin önüne getiremezler bu evi. Ama, "Yüz bin liralık bir ev gördüm," deyin, bakın nasıl "Aman ne güzel ev!" diye haykıracaklardır. (syf. 22)
Küçük Prens günün birinde gezegenindeki öbür filizlere benzemeyen bir filizle karşılaşır. Bu filiz göz alıcı bir güzelliğe ve gezegenin dört bir yanını saran hoş bir kokuya sahiptir. Küçük Prens çiçeğini sular ve yola çıkmaya hazırlanır. Biraz üzgündür aslında bu veda için. Fakat kendini eğitmek ve boş zamanlarını değerlendirmek için farklı asteroidleri dolaşmaya karar verir.
Küçük Prens bu gezegenleri dolaşırken bir kral, bir kendini beğenmiş, bir sarhoş, bir iş adamı ve bir bekçi ile karşılaşır. Onlara ne ile meşgul olduklarını sorar. Her birinden aldığı cevap sonucunda Küçük Prens büyüklerle ilgili şunu düşünür: "Büyükler tepeden tırnağa olağanüstü kişiler canım!" Bu kişilerin kendilerini beğenmişlikleri Küçük Prens'i şaşırtır. Zannettikleri kadar önemli kişiler değillerdir çünkü ona göre. Önemli şeyler konusunda Küçük Prens büyüklerin fikirlerinden biraz farklı düşünüyordu. Bu yolculuk sırasında en çok bekçinin yaptığı işi anlamlı bulur, diğer büyükler onunla aynı fikirde olmayacak olsa da. Sebebini de şöyle açıklar: "Belki kendi dışında bir şeyle uğraştığından."
Artık yolculuğunun son durağı olan yedinci gezegene yani Dünya'ya gelmiştir Küçük Prens. Dünyaya indiğinde hiç kimseye rastlamaz, insanların nerede olduğunu merak eder. Bu sırada bir gül bahçesiyle karşılaşır. Birbirinin tıpatıp aynısı beş bin tane gül. Küçük Prens gülünün ona evrende bir eşinin daha olmadığını söylediğini hatırlar. Bu gerçek yüreğini üzüntü ile doldurur. İşte tam da o sırada tilki gelir. Küçük Prens tilkiyle oynamak ister. Fakat tilki evcil olmadığını, onu evcilleştirdiği takdirde onunla oynayacağını söyler. "Evcil ne demek?" diye sorar bunun üzerine Küçük Prens. "Artık kimsenin umursamadığı bir geleneğin gereği. Bağlar kurmak demektir." diye yanıtlar tilki. Ardından şöyle devam eder: "Sözgelimi sen benim için yüz binlerce oğlan çocuğundan birisin. Ne senin bana bir gereksinimin var ne de benim sana. Ben de senin için yüz binlerce tilkiden biriyim. Ama beni evcilleştirirsen birbirimize gereksinim duyarız. Sen benim için dünyada bir tane olursun, ben de senin için." Küçük Prens tilkiyi evcilleştirir. Ayrılık vakti yaklaşırken tilki gözyaşlarını tutamaz. "Git bir daha bak güllere. Seninkinin eşsiz olduğunu anlayacaksın." Küçük Prens güllerin yanına gider ve şunları söyler: "Güzelsiniz ama boşsunuz. Buradan geçenler benim gülümün size benzediğini sansa bile o tek başına topunuzdan önemlidir. Çünkü üstünü fanusla örttüğüm odur, rüzgardan koruduğum odur. Yakınmasına, böbürlenmesine hatta susmasına kulak verdiğim odur. Çünkü benim gülümdür o." Tam vedalaşacakları sırada tilki bir sır verir Küçük Prens'e.
"İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir. Gerçeğin mayası gözle görülmez. Gülünü bunca önemli kılan, uğrunda harcadığın zamandır. İnsanlar bu gerçeği unuttular, sen unutmamalısın. Evcilleştirdiğin şeyden her zaman sen sorumlusun. Gülünden sen sorumlusun." (syf. 84)
Bu alıntı bana izlediğim bir filmdeki şu repliği hatırlatır her zaman: "Nasıl oluyor da birisi yabancılıktan insanın hayatındaki en önemli kişi olmaya geçiyor?" Tıpatıp birbirine benzeyen beş bin gül içerisinden sadece bir gül nasıl oluyor da Küçük Prens'in hayattaki en değer verdiği şeye dönüşebiliyor? Tilkinin de dediği gibi: "uğrunda harcadığı zaman" gülünü bunca önemli ve değerli kılan.
Küçük Prens sevginin felsefesini edebiyatla harmanlayarak biz okurlara sunuyor. Sevginin emekle işlenerek, ilmek ilmek dokunarak kalplerimizde karşılık bulduğunu fark ediyoruz böylece. Küçük Prens'in gülünü diğer beş bin gülden ayıran şey aralarındaki o sevgi bağı. Sevginin özen gösterilmesi, muhafaza edilmesi, yaşatılması gereken bir şey olduğunun altını çiziyor kitap boyunca yazar.
Yetişkin olmak demek, içimizdeki çocuğu öldüreceğimiz anlamına gelmiyor. Beraber büyüyeceğimiz bir yolculuk aslında bu. İçimizdeki o küçükle el ele tutuşup yol alacağımız bir yolculuk. Hayatı bazen küçük bir çocuğun heyecan ve merakıyla yaşamak gerekiyor. O merak ve heyecan duygusu diri kaldığında yaşadığının farkına varıyor insan. Biz yetişkinler ciddi ve önemli meseleler peşinde koştururken yaşamayı unutuyoruz çoğu zaman. Fakat insan ölmeden yaşamalı. İsmet Özel'in de dediği gibi: ''Ölüyoruz demek ki yaşanılacak.''
Küçük Prens her çocuğun rahatlıkla okuyup anlayabileceği bir kitap. Fakat yetişkinlerde çok daha fazla yankı bulacaktır diye düşünüyorum. Dostuğa, yetişkinliğe, ayrılığa dair o kadar güzel pasajlar var ki...Küçük Prens'i okumamış biri olacağını sanmıyorum ama okumadıysanız hemen işi gücü bırakıp gidin okuyun derim. Yok eğer daha önceden okuduysanız da bu yazı belki tekrardan okumanız için bir işarettir.
İçinizdeki çocuğu yaşatmanız dileğiyle.
Kaynakça:
https://www.reportare.com/kultur/kucuk-prens-yetiskinler-icin-bir-yasam-kilavuzudur/