Kürk Mantolu Madonna: Cinsiyet Kalıplarına Uymayan İki İnsan

İlk yayımlandığında çok eleştiri alan eser, yıllar içinde hikâyesini anlamlandırabilecek bir okuyucu kitlesine ulaşıyor.

Sabahattin Ali’nin kızı Filiz Ali, Kürk Mantolu Madonna hakkında şu sözleri söylüyor: “Neden bu kadar ilgi çektiğini tam olarak bilmiyorum. Sanırım kitap yeni nesil tarafından tekrar keşfedildi.”

Kitap, basıldığı dönemde edebî çevreler tarafından “itibar kaybı” olarak nitelendirilmişti. Nazım Hikmet’in Bursa Hapishanesi’nden gönderdiği eleştiri mektubu bu tarz düşünceler üzerinde büyük bir rol oynadı; ona göre Sabahattin Ali, kitabın başlangıcında kaleme döktüğü mükemmel burjuva eleştirisini ikinci kısımda harcamış ve yeteneğine yazık etmişti.

Dönemin sosyalist gerçekçi yazarlarından olan Sabahattin Ali, asla yapmam dediği şeyi yaparak sipariş üzerine bir roman yazmıştı. Eser, edebiyat çevresince beğenilmedi. Siyasetten ve toplumdan uzak, fazla romantik, kişisel ve hatta anlamsız bulundu çoğu kişi tarafından. Peki ama Kürk Mantolu Madonna, dedikleri gibi sadece içimizi cız ettiren bir aşk romanı mıydı?

Yazarın yıllardan beri kafasında hazırladığı, yazıya dökmeden yapamayacağı bir hikâyeye dayanıyor bu roman. Eserin “anti-kahramanı” Raif Efendi hayata sesini çıkarmayan, iradesi zayıf, silik bir tip. Doğasında manasız denecek kadar ileri seviyede bir çekingenlik bulunduruyor, anın gerçekliğinden kaçmak için hayaller alemine dalıyor. Pek çok yönüyle 1940’larda benliğini kabul ettiremeyecek bu karakter, Sabahattin Ali’nin kâğıt üzerindeki yansıması aslında.

Raif’in Berlin’de bir resim sergisinde dolaşırken otoportresini görüp hayran kaldığı kadın, Maria Puder. Akıllı, sosyal yaşamda kadına layık görülen yerin farkında ve kendisinden de bunun beklendiğinin bilincinde biri. Erkeklerin kadınlara bir avcı misali yaklaştığı kadın-erkek ilişkilerindeki “av” ya da “elde edilecek bir şey” olma düşüncesinden tiksiniyor. Kendini resmetmesinin sebebi de Maria’nın kendini anlamlandıran, kendinden güç bulan bir birey olması.

Böylesine bağımsız ve kimseye boyun eğmemeye ant içmiş bir kadının birine bağlanmak istememesi garipsenemez. Raif ile neden yakınlaştığı sorusunun cevabı ise Raif'e söylediği şu sözlerinde bulunuyor: “Sizde bi­raz kadınlık var. Şimdi farkına varıyorum. Belki de bunun için ilk gördüğüm andan itibaren sizde hoşuma giden bir şey bulunduğuna hükmettim.”

Kısacası Raif, çocukluğundan beri “kadınsı” olduğu için yadırganmış bir karakter. Kitabın başlarında hasta yatağındayken sırtına giydirdikleri yırtık kadın hırkası, yarattığı etkiyle Raif’e yüklenen “kadınsılık” ve “acınası olma” durumlarını gösteriyor. Toplumda sorumluluk sahibi olmak istemeyen, pasif görülen bu kişiliğin; bireysel ve romantik ilişkilerinde de söz geçirmemesi, ataerki baskısının altında kalması beklenmedik bir durum olmuyor bu durumda. 

İçerdiği bir kadın-erkek ilişki dinamiği düşünülünce Kürk Mantolu Madonna, yayımlandığı zamanın beğeniyle okunacak bir aşk romanı olamazdı. Henüz şimdiki kadar bireyselleşip kendi kabuğuna çekilmemiş toplum; Raif’in üzerindeki baskıyı günümüz kadar anlamadan, kendini onun yerine koymadan Raif’i çekingen olmakla suçlardı. Maria’nın girdaplarını ve güvensizliklerini sorgulamaz, sevdiği ve beklediği erkeğin ona göre olmadığını düşünürlerdi.

Uzun lafın kısası ne Raif Efendi ne de Maria Puder dönemin cinsiyet beklentilerine uymuyor, ilişkilerini erkeğin hâkimiyeti üzerine inşa etmiyorlardı. Onlar, topluma tavırlı ve çareyi yalnızlıkta bulmuş karakterlerdi. Çağdaşlarının önemseyecekleri değer yargılarından yoksun bir biçimde yalnızlıklarını birbirleriyle paylaşıyorlardı. Hatta Raif, Maria'yı tanıdıktan sonra hayatındaki boşluğun dolduğunu hissedecekti.

Kimsenin kimseyi delicesine sevmediği bu eser, Kürk Mantolu Madonna; bir aşk hikâyesi, evet. Kendilerinden beklenen rollere göre davranamayan iki insanın alışılmadık ve dürüst aşkı.