Leyla Erbil ve Dilinin Derinliği

Leyla Erbil ve Noktalama İşaretleri

 

Karanlığın Günü
Leyla ERBİL
İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2021, 299 sayfa.
Editör: Rûken KIZILER
Görüntü Yönetmeni: Birol Bayram

 

Leyla Erbil’in bu kitaptaki derinliği, aslında Alzheimer hastası olan annesinin ölümü üzerine annesiyle hastanede geçirmiş olduğu zamanlarını, otobiyografik ögelerle bu romanda anlatmaya çalışmıştır. Nitekim bu konuyu okuyucuya da geçirebilmiştir ki ilk 50 sayfada kitap, bize bu izlenimi vermektedir.

Karanlığın Günü adlı romanı insanlığın insan olma düşüncesi, bu düşüncenin getirmiş olduğu zıtlıklar veya benzerlikler okuyucuya gösterilmek istenmiştir. Kitaptaki ben imgesi ile ötekileştirmiş olduğu “Asiye” karakteri ve o anlatımındaki postmodern ögeleri kitabı okumaya başladığımız zaman hissedebildiğimiz özellikler arasındadır. Annesinin hasta olduğu zamanları kitap içerisinde anlattığı gibi bu zamanların arasında da karakter üzerinden dönem eleştirisi yaptığını, postmodern bir bakış açısıyla kitabı yazdığını, kendi ağzından yazıp ancak ötekileştirmiş olduğu karakterleri, elde olan imgelerini değiştirip dönüştürmesini, okuyucuya bu durumu görselleştirip anlatabilmiştir.

Kadın’ın kadın olmasındaki o git gellerini, güzelliğini ve cazipliğini bilmesini ama bir yandan da kadının hep zıtlığa düşmesini de Erbil kitabında bize hissettirmiştir. Aslında iç güzellik, zekâ bir yana; dış görüntüye de bakıldığına, her kim ben zekaya bakıyorum, iç güzelliğe, konuşmaya bakıyorum dese de güzel kıyafetlerle olduğundaki etkiyi fark edince hoşuna gitmesini aslında insan üzerinde bize çok açık bir şekilde anlatmıştır.

Erbil, kitabında insan üzerinde kurmuş olduğu psikanalisttik yorumlamaları, insanın insan olma yolundaki serüvenini, kendisini anlamlandırmasını, dönemin politik olaylarından dem vuran karakterleri, emperyalizmi, kadının özgür bir kadın olarak ayaklarının üzerinde durabilmesini, kadınlığı… Kısacası en özünde Erbil, kitabında bize açıkça tüm bu konular üzerinde durarak yazdığını ve bunları kendi yaşantısıyla da elbette bağdaşıklar kurarak biz okuyuculara sunmuştur.

Kitabın bu denli güçlü duruşu, aslında her şeye karşı; politik de olsun, yazarın kendi karakterinin yansıması da olsun, hatta kendi noktalama işaretleri ve vurguladığı kadın imgesi, evlilik imgesi, insan, erkek karakterleri olsun… Aslında her biri bizim dışarıda yolda rastlaşacağımız insanlar veya durumlar olduğu için de kitap bu denli güçlü durabilmektedir.

Başka bir yerden bakarsak eğer, bazı karakterlerin çokluğundan dolayı veya kendi oluşturmuş olduğu noktalama işaretlerinden dolayı olacak ki bazen karışıklıklar meydana gelebilmektedir. En nihayetinde anlaşılır bir dil ancak biraz karışık demek de yanlış olmayacaktır bu kitap için. Daha doğrusu Leyla Erbil’in kitaplarını, kitaplarının dilini anlamak için aslında Leyla Erbil’i ilk başta anlamak lazım demek de yanlış olmayacaktır. O zaman belki de bu karışıklıklar bize gözükmeyecek veya alışmış olacağız. Ancak Erbil’den okuyacağınız ilk kitap ve diline alışık değilseniz biraz zorlayacak demek de yanlış olmayacaktır.

 

Leyla Erbil’in kitaplarını, onun kitaplarının dilini anlamak aslında bir üst paragrafta da dediğimiz gibi onu anlamaktan geçmektedir. Bu romanında da keza öyle. Kendine has oluşturmuş olduğu noktalama işaretleri, kendine has dili, postmodern yaklaşımları, karakterlerin hem bizim gibi insanlar olması hem de hiç tanımadığımız karakterler olması romanlarının dilini zorlasa da bir kere anladıktan sonra kitabın nasıl akıp gittiğine de şaşırmamak elde değil. Evet yazarın bir depresif tarafı bulunuyor ancak bir yanda da gerçekçi! Karanlığın Günü adlı romanı içerisinde birden fazla yaklaşımı bulunuyor. Bir yandan otobiyografik bir roman özelliği varken diğer yandan da “Şu emperyalizmin işlediği en ağır insanlık suçu nedir, biliyor musunuz, dedi, dünyanın, insanların hâlâ bağımsızlık, demokrasi, özgürlük, gibi kavramlar yüzünden mücadeleye girebileceklerini ve kazanabileceklerini sandırtmasıdır!” diye konuşan Turhan’ın üzerinden bahsetmiş olduğu politik bir yanında bulunması insanı ister istemez içine çekiyor çünkü bu gibi şeyler kitabın yazım tarihinde de gündemken veya yazarın ön görüleriyle yazılıyorken şu anda günümüzde de var olması bizi etkilemektedir. Baktığınız da kitabın ilk basım tarihi 1985. Evet tabikî o dönemin gündeminden etkilenmemek bir yazar için imkânsız olmalıdır. Ancak bana göre asıl değerli olan şey ise o zamanlarda da bu Turhan’ın konuşmasında da denildiği gibi hatta konuşmanın daha da ilerlerinde, daha düşük ülkelerin konuşmuş olduğu şeylerdi; özgürlük, hürriyet, demokrasi… Yani takılı kaldığı şeylerdi. Şu anda da dönüp bakıldığında gündem bu şekilde ilerlediği için aslında 1985’te görünen ve yazılan şey ile 2022 de görülen ve yazılan şeylerin ortak bir paydası olduğu için bizleri veya beni büyüleyen kısım bu oluyor. Çünkü bizden, bizim dilimizden anlayan biri var karşımızda ve 1985 de de bunu anlamış olması beni en derinden etkileyen noktalardan bir tanesi.

Diğer yandan kadının babasının ve kocasının bütün mal varlığının olmasına ve boğazı gören penceresinin önündeki masasına oturup kitabını yazmasına rağmen yaşadığı ikililik ise bu ikiliği yaşayan kadınların iç sesidir demek de yanlış olmayacaktır. Çünkü anladığım kadarıyla burada da anlatılmak istenen kadının o dönemde bir birey olarak tek başına olabilmesi, bağımsız ve özgür bir yazar olarak hayatına devam edebilmesiydi. Yani kocasıyla birlikte birliktelik yaşarken ne kadar zevk alsa da sonrasında bunu sorgulamış olması dönemin getirmiş olduğu erkek egemen hegemonyasına da bir atıf yapıldığını göstermektedir. Burada da ele alınan konu kadın olmasına rağmen yine de o dönemin konusu olacak konulardan bir tanesidir. O dönemin konusu olmaktan çıkıp şu anda da okuyan kitlesinin konusu olduğu için yazarın yine okuyucuyu buradan kendine ve kendi kitaplarına bağlaması da aşikardır.

Leyla Erbil’in tüm bu konuların arasında, genel olarak yapmış olduğu psikanalisttik değerlendirmeleriyle, karakterlerini ve konularını ele almıştır. Bu yönden de biz, o dönemde yazılmış olan bir kitabı, dönemimize uyarlamakta zorluk çekmiyoruz.

Kitabında yapmış olduğu tüm bu yaklaşımlar aslında kitabın tek yönde ilerlemesinin önüne geçmesi bakımından da mantıklı bir şey. Çünkü sadece politik olan bir kitap ile bu şekilde günlük dışarıda görsek tanıyacağımız karakterleri bir araya getirip daha derin daha psikanalisttik yorumlar üzerinden ele almış olduğu; annesi ve onunla diyalogları, kadın imgesi, erkek imgesi, insanın insan olma yolundaki arayışları, insanın acizliği, evlilik, gündem, politika gibi konuları bir araya toplaması aslında insanların gözünde de çok çeşitli bir kitap oluşturmuş olmaktadır. Diğer türlü tek düze ve belki de boğucu olabilecekken bu şekilde yazılmış bir roman bana göre daha çekici olmaktadır.

Yukarıda bahsetmiş olabiliriz ancak tekrar söylemek gerekirse; bir Leyla Erbil kitabını veya onun dilini okumaya yeni başladıysanız kendi hayatını ve yaşadıklarını bir yerde anlamlandırmaya çalışmak yanlış olmayacaktır. Bu serüven; yazarın dilini, kalemini bir nebze çözdükten sonra kitabın nasıl akıp gittiğini ve bu akıp giden yerde, beyninizde mekanları görselleştirebildiğinizin de farkına vardığınız vakit daha keyifli bir serüvene dönüşecektir. Sadece o zıtlıkları ve zorlukları birkaç defadan sonra özümseyebilmek önemlidir.