Mark Rothko bizi kandırıyor mu?
"Mark Rothko: Sanat mı, Yoksa Büyük Bir Aldatmaca mı?"
Rothko renk paletleri üzerinden bize görünenin aksine oldukça şiddetli bir hayatı tasvir ettiğini söylüyor. “Bunun düzeni mi?” denebilir. Elbette hayat bu kadar kolay. Kolay değil. Ne diyorum ben? Evet işte tam olarak da bunu söylüyor Rothko. Bu kadar. Bazen değil.
Basquiat ve Chaucer aynı kişi mi? Evet. Oyalanmamız için hikâyeler anlatılıyor. İyi ki de öyle*
Mark Rothko’nun eserlerine bakıldığında, yüzeyde görünen dingin renk paletleri ve basit geometrik biçimlerin ardında çelişkilerle dolu, yoğun bir duygusal evren yatar. Bu, onun "şiddetli bir hayatı tasvir ettiği" fikrini güçlendirir. Renk katmanlarının arasındaki ince geçişler, düzen gibi görünenin altında yatan karmaşayı işaret eder. Bu, hem düzen hem de düzensizliği aynı anda temsil eden bir metafor olabilir. "Hayat bu kadar kolay değil," diye düşündüğümüzde Rothko, belki de bizi kandırmıyor, aksine bize yaşamın görünürdeki sadeliğinin ne denli aldatıcı olabileceğini gösteriyor. Bu, izleyiciyi rahatsız eden bir huzur içinde sıkışıp kalmaya zorlayan bir dürüstlük.
Bu noktada Basquiat ve Chaucer’ın "aynı kişi" olma fikrine geçebiliriz. Her iki figür de kendi dönemlerinde "hikâye anlatıcısı"dır, ancak yöntemleri ve araçları farklıdır. Chaucer, klasik edebiyatın anlatı yapılarıyla toplumu bir ayna gibi yansıtırken, Basquiat grafitiden tuvale taşıdığı hipergerçekçi imgelerle modern toplumun dağınık ve çoğu zaman çiğ yüzünü gösterir. Ancak her ikisi de "hikâyeler anlatılarak oyalandığımız" fikrini destekler; çünkü hikâye anlatımı, yaşamın kaotik doğasını düzenlemek için insana sunulan en eski yöntemlerden biridir.
Peki, bu hikâyelerin "tatsızlaşma" ve "hipergerçekçilik" bağlamındaki devamı nedir? Rothko’nun resimlerinde olduğu gibi, hikâyeler de tatsızlaşabilir; çünkü hikâyenin sonunda anlam yüklenmiş her şey ya çözülür ya da kaybolur. Modern hipergerçekçilik ise bu tatsızlaşmayı kırmak yerine, onu daha keskin ve rahatsız edici bir şekilde önümüze koyar. Basquiat’ın eserlerinde gördüğümüz imgeler, Chaucer’ın zamanında anlatılan alegorik hikâyelerin bugüne uyarlanmış, kaotik ve çarpıtılmış bir versiyonu gibidir. Hipergerçekçilik, sadece görünenin ardındaki düzeni değil, aynı zamanda o düzenin yapaylığını ve çökmüşlüğünü de ifşa eder.
Sonuç olarak, hem Rothko hem Basquiat hem de Chaucer, sanat ve hikâye anlatımı aracılığıyla bizi oyalarken aslında yaşamın karmaşık, düzensiz ve çoğu zaman rahatsız edici gerçekliğini yüzümüze vurur. Bu, bizi kandırmak değil, belki de hakikate en yakın duruş olabilir.