Melankoliye Bağımlı Toplum: Türkiye

Melankoli ve hüzün en eski yıllardan beri ülkemizde sanatın her alanında oturmuş bir kavram.

Çok eski bir terim olan melankoli sözcüğü, çok üzgün ve umutsuz olmayı ifade eder. Aynı zamanda iç “sıkıntısı”, “kara”, “kasvet” manalarını da taşır. Ülkemizde çekilen filmlere, yazılan romanlara, şarkılara, günlük hayattaki konuşmalara, popüler olan projelere ve çok daha fazlasına bakıldığında şöyle bir ortak nokta görülüyor:

Acı, melankoli, hüzün, kaos.

Türk sinema sektörüne bakacak olursak, en eski yıllardan beri yayımlanmış filmlerde genellikle melankoli, hüzün, karşılıksız aşk, gayrimeşru ilişkiler gibi hem üzücü hem de kaotik durumlar yer alıyor. Senaryo yazımında bunlara ağırlık veriliyor, yapım aşamasında ise izleyiciye nasıl daha fazla kaos havasını verebiliriz veya ağlatabiliriz soruları önem kazanıyor. Sevmek Zamanı (1965), Vesikalı Yarim (1968), Selvi Boylum Al Yazmalım (1977), Eşkiya (1996), Tavutta Rövaşata (1996), Ağır Roman (1977)...

Sayamadığım daha birçok filmin veya dizinin ana konularına bakarsak aşk, hüzün, melankoli, sıkıntı, dert ve kaos yer alıyor.

Tabii aynı durum kitaplarda da geçerli. Türk Edebiyatı'na ismini kazımış, zirveye oturmuş birçok romanda yine aynı konuları görüyoruz. Çalıkuşu, Aşk-ı Memnu, Araba Sevdası, Kürk Mantolu Madonna, Eylül... Özellikle eski yıllarda yaşanan veya yaşanması çok zor olan aşklara dayanan bu kitaplarda öyle şeyler okuyoruz ki romanın sonunda gözlerden yaşlar akıyor.

Yazılan şarkılara ve yapılan bestelere bakacak olursak bunları dinle zaten derdini anlatıyor diyebiliriz. Unutulmayan aşklar, geçmeyen acılar, bitmeyen geceler... Yıldız'ı, Sezen'i, Orhan'ı, Ahmet'i, Kayahan'ı... Seviyoruz bu şarkıları. Mutlu olan da dinliyor, acısı olan da. Bu demek oluyor ki, bir şekilde kendimizi orada buluyoruz. Hüzünleneyim, biraz efkarlanayım noktasına geliyoruz. Farkındaysanız, bu saydığım bütün filmler, kitaplar, şarkılar çok popüler. Popüler olanı halk ister, halkın istediğini de yapımcılar ve yazarlar önemser. Neden daha felsefik, yaşama dair filmler ülkemizde tutmuyor sorusunun cevabı da tam olarak budur. Bunu isteyen ve önemseyecek olan kitle maalesef çok az.

Diğer ülkelerle kıyaslandığında, acı ve melankoli noktasında Türkiye en üst noktalarda. Peki, bu durum günlük hayata yansıyor mu? Elbette. Yapılan her proje, film, müzik melankolik olunca, halkın maruz kaldığı duygu durumu da bu oluyor. Belki gerçeklikten kopup hayatında bir hüzün peşine düşüyor. Çünkü acı ve hüzün bağımlılık yapar. Bir noktadan sonra onun size mutluluk verdiğini düşünürsünüz. Oysa sizi dibe çektiğini fark etmezsiniz. Ve bu yüzden ülkemizde depresyon, tükenmişlik sendromu, anksiyete vb. psikolojik rahatsızlıklar çok yaygın. Maruz kaldığımız şeyler pozitif veya neşeli şeyler değil. Acıyı seviyoruz tamam da, bu kadar bağımlı olmasak ve yerine daha pozitif duyguları yerleştirsek toplumca daha huzurlu olabiliriz belki de :)