Metropolden Doğaya Kaçış: Modern İnsanın Özgürlük Arayışı

Doğa varoluşun en temel hakikatlerini sunar.

Günümüz insanı, metropolün kalabalığı ve kargaşasında sıkışıp kalmış bir yaşam sürerken, doğaya olan özlemi her geçen gün artmaktadır. Çünkü daha fazla imkâna, teknolojiye ve kolaylığa sahipken, içsel bir boşluk ve özgürlük arayışı içgüdüsüyle bir kaçış yolu aramaktayız. Bu, yalnızca bir “kaçış” değil, aynı zamanda kökenlerimize, özümüze dönüş ihtiyacının bir ifadesidir. “İnsan neden metropolden uzaklaşmak istiyor?” sorusunu sormak, aslında insan doğasının temel dinamiklerini anlamaya yönelik derin bir sorgulamaya yol açabilir.


Fransız düşünür Henri Lefebvre, metropolleri modern insanın özgürlüğünü kısıtlayan mekânlar olarak tanımlar. Ona göre kentleşme, doğanın ahengini bozmuş ve insanı doğadan koparıp kendi kurduğu sınırlar içinde hapsetmiştir. Bu bağlamda metropoller hız, stres ve yapay bir çevrenin egemenliğindedir. Ancak bu hızlı yaşam tarzı, kişinin içsel huzurunu değil, daha çok boşluk duygusunu pekiştirir. Filozof Jean Baudrillard ise, metropollerin tüketim merkezleri olarak bireyi esir aldığını ve özbenlikten uzaklaştırdığını savunur.


Bu ruhi ihtiyaç İslam felsefesi ile nasıl açıklık kazanır diye bakacak olursak, İslam felsefesi doğayı Allah’ın bir ayeti, yani ilahi bir mesaj olarak görür ve insanın doğayla olan ilişkisini ibadet olarak kabul eder. İslam düşünürü İbn Arabi’ye göre, tabiat “Allah’ın aynası”dır; yani doğada yer alan her şey, O’nun isim ve sıfatlarının bir yansımasıdır. Bu anlayışla doğada vakit geçirmek, sadece fiziksel bir kaçış değil, aynı zamanda ruhun arındırılması ve ilahi hakikate yaklaşma fırsatıdır. Böylece insanın gönlü, kâinatın ruhuyla kaynaşır. Çünkü doğa varoluşun en temel hakikatlerini sunar. Bir Müslüman için doğada tefekkür, insanın evrenin sahibi ile olan bağını kuvvetlendiren bir deneyimdir. Kur’an-ı Kerim’de de, “Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde akıl sahipleri için gerçekten deliller vardır” (Al-i İmran, 3/190) ayeti, doğanın insanı ilahi hakikate ulaştıran bir yol olduğunu işaret eder. Dolayısıyla metropolde sıkışmış bireyin doğaya yönelmesi, aslında manevi bir ihtiyaçtan doğar. Bu da şu soruyu akla getirir: Doğada insanla bu kadar özdeşleşen ne vardır?


Birçok düşünür, doğaya kaçışın sadece fiziksel bir deneyim olmadığını, aynı zamanda içsel bir dönüşüm olduğunu vurgulamıştır. Thoreau, Walden Gölü kıyısında yaşadığı deneyimini anlatırken, insanın gerçek özgürlüğe ve mutluluğa doğayla baş başa kaldığında ulaşabileceğini savunur. Ona göre doğa, insanın en yalın haliyle var olduğu, kalabalıklardan arındığı ve zihinsel bir özgürlüğe kavuştuğu yerdir. Aynı düşünce, İslam tasavvufunda da görülmektedir. Özellikle sufizmde insan, doğada kendini bulur, Allah’a yaklaşır ve kalp huzuruna erişir. Doğa burada bir “halvet” mekânı olarak kabul edilir; yani insanın içsel bir yolculuğa çıkıp hakikate ulaşabileceği bir ortamdır.


Modern insanın metropolde yaşadığı yabancılaşma ve ruhsal yorgunluk, onu doğanın sakinliğine ve huzuruna çekmektedir. Simmel’in “Şehir ve Modern Yaşam” adlı eserinde belirttiği gibi, şehir hayatı bireyi sürekli bir dikkat ve rekabet ortamında tutarak ruhsal yorgunluğa sebep olur. Bu nedenle doğaya gitmek, metropoldeki yapay ilişkilerden ve kurallardan sıyrılma arayışıdır. Şehir hayatında insanlar yüzeysel ve çıkar odaklı ilişkiler kurarken, doğada zaman geçirmenin insanın kendisiyle yüzleşmesini sağlayan bir arınma süreci olduğu ifade edilmektedir. Fârâbî, insanın “huzuru kalbi” ancak dış dünyadan çekildiğinde ve kendi içine döndüğünde bulabileceğini savunur. İnsanın kendisini ruhsal olarak “doğaya bırakma” ihtiyacı, İslam felsefesinde Allah’ın esmaları üzerinde tefekkür ederek içsel huzuru bulma süreciyle örtüşmektedir. Elmalılı Hamdi Yazır’a göre de insan, “kendini bilmek” için doğanın dilini anlamaya çalışmalıdır. Doğaya yönelmek, insanın şehirde kaybettiği özünü bulmaya yönelik bir adımdır. Bu noktada doğa, insanın gerçek manada özgürlüğe ve huzura eriştiği bir sığınak olarak görülmektedir.


Sonuç itibarıyla metropollerin karmaşasından uzaklaşıp doğada huzur arayışı, modern insanın yalnızca bir kaçış değil, varoluşunu sorgulama ve kendini bulma çabasıdır. İslam felsefesi ve batılı düşünürlerin ortaklaştığı noktada, insanın doğada kendi içsel hakikatine yaklaşabileceği, özgürlük ve huzur bulabileceği fikri ön plana çıkar. Bu bağlamda doğaya dönmek bir kurtuluş ya da kaçış değil, aksine daha derin bir farkındalık arayışıdır. Tabiat, insanın kendini ve yaratıcıyı anlamasına yardımcı olan bir ayna gibidir ve insan, doğayla bütünleşerek özüne, saf haline dönme fırsatını bulur.