Micheal Grandage'in Genius Filmini Aristoteles'in Bütüne Bakış Açısıyla Yorumlamak

A. Scott Berg'in Max Perkins'in Editor of Genius kitabından uyarlanan bu filme Aristoteles'in gözünden bakalım.

Micheal Grandage’in 2016 yapımı Genius filmi, Amerikalı bir yazar olan Thomas Wolfe ve editörü Maxwell Perkins’in arasında geçen konuları ele alan, gerçek hayata dayanan bir eserdir. Film, 1920’lerin ve 1930’ların edebiyat dünyasını merkez alır ve yazar – editör ilişkisinin karmaşıklığını işler. Başrollerde Jude Law (Thomas Wolfe), Colin Firth (Maxwell Perkins), Nicole Kidman (Aline Bernstein), ve Laura Linney (Louise Perkins) yer alır.

https://www.imdb.com/video/vi1353827353/?ref_=vp_rv_ap_0

Wolfe, yazma işine bunu kaotik sayılabilecek bir şekilde yapacak kadar tutkundur. Ancak Wolfe’un yazım şekli eserlerinin yayımlanabilir bir hale gelmesi için disiplinli bir editör ve süreç gerektirmektedir. Perkins ise Wolfe’un dehasını fark ederek yazılarını düzenler ve iki büyük romanının (Look Homeward, Angel ve Of Time and the River) yayınlanmasını sağlar. Bu derleme sürecini Aristoteles’in bahsettiği ‘’organik bağ’’ yaratma sürecine benzetebiliriz.

Film, bir yazar - editör ilişkisini işlerken yan konu olarak bu yaratma sürecindeki duygusal gerilimler ve fedakarlıklar üzerine de eğilir. Filmi dramatik bir çatışma çerçevesine oturtan ise Wolfe’un kendisini ve çevresini yıpratan yaratıcı enerjisi ve Perkins’in bunlara karşı gösterdiği sabır ve profesyonelliktir. Bu çatışma, filmde bir bütünlük duygusu yaratır. Özetle filmi izlerken, yaratıcı üretim sürecinin, insan ilişkilerini ve sanatın doğasını nasıl etkilediğine tanık oluruz.

Aristoteles, bir sanat eserinin "bütün" olabilmesi için başlangıcı, ortası ve sonu olan bir yapı sergilemesi gerektiğini söyler. Amaç ne eksik ne fazla kararında bir bütündür. Ancak yine de olayların birlik ve bütünlüğü tek bir kişinin etrafında dönmek zorunda değildir, aynı şekilde bir sürü karakter bir sürü olay anlamına gelmez. Ona göre olay örgüsü, bir eserin en önemli unsurlarından biridir ve olaylar arasında organik bir bağ bulunmalıdır. Genius filmi bu ilkeyi hem dramatik yapısıyla hem de Wolfe’un kitaplarının editoryal sürecini ele alışıyla işler.

Aristoteles, bir tragedyanın veya hikâyenin tek bir ana olay etrafında gelişmesi gerektiğini vurgular. Yan olaylar, ana hikâyeyi desteklemekle sınırlı kalmalıdır. Tıpkı araba sürer gibi bir anayol olmalıdır, yan yollar anayola bağlandığı sürece güzeldir. Wolfe’un yazılarında bu ilkeye aykırı olarak birçok yan olay bulunur. Genius filmi, Wolfe’un yan olaylarla dolup taşan eserlerine ve bu eserlerin nasıl sadeleştirildiğine dair sahnelerle Aristoteles’in görüşlerine göndermede bulunur.

Wolfe’un eserleri, Aristoteles’in dramatik yapısı açısından değerlendirildiğinde “eksiksiz bir bütün” olmaktan ziyade bir “ham malzeme” görünümü sergileyebilir. Ancak Aristoteles’in estetik görüşlerinin temel amacı, eserlerin etkili bir şekilde sunulmasıdır. Wolfe’un sınırsız hayal gücü ile Aristoteles’in düzen ve denge arayışı, filmde dramatik bir zıtlık yaratır.

Sonuç olarak, Genius, Aristoteles’in dramatik teorisinin pratikte nasıl işlediğine dair bir inceleme alanı sunar. Hem film hem de Wolfe’un eserleri, Aristoteles’in bütünlük, olay örgüsü ve yan olayların rolü gibi prensiplerine meydan okurken aynı zamanda bu prensiplerin eserlerdeki etkisini de gözler önüne serer. Film, sanatın kaostan düzene nasıl dönüştüğünü, bu dönüşümün ardında ne tür fedakârlıklar ve mücadeleler olduğunu güçlü bir şekilde aktarır. Maxwell Perkins’in, Aristoteles’in hayal ettiği ideal bir editör gibi davrandığını söylemek yanlış olmaz: Gereksiz unsurları çıkaran, eseri bir bütün haline getiren ve okuyucuda güçlü duygular uyandıran bir yaratıcı ortak.