“Modern” Dünyada Gündelik Yaşamın Tıbbileşmesi Üzerine
Gündelik yaşamın tıbbileşmesi, sağlık ve hastalık kavramlarını yeniden şekillendirerek sağlık hizmetlerini ve tüketimini etkiliyor.
Gündelik yaşamın tıbbileşmesi, sağlık konularının giderek daha fazla tıbbi bakış açısıyla ele alınmasını ifade eder. Gündelik yaşamdaki birçok durum, sağlık uzmanları, teknoloji ve tıbbi müdahalelerle ilişkilendirilmeye başlanmıştır.
Bu durum, bireylerin sağlıklarını sürdürebilmek için tıbbi uzmanlara daha fazla başvurmasına, sağlık teknolojilerini kullanmasına ve sağlıkla ilgili konularda daha bilinçli olmasına yol açabilir.
Modern dönem, genel itibariyle her şeyin kökten devinimi ile açıklanmaktadır. Söz konusu bu mesnetsiz açılımlar modernleşmenin nasıl anlaşılması ve uygulanması gerektiği konusunda fikir birliğinin oluşmasını zorlaştırmaktadır.
Modernite öncesi ve sonrası tedavi yöntemleri alternatif tıp ve bilimsel tıp olarak birbirinden ayrılmaktadır. Bu ayrımın temel nedeni tedaviden kullanılan ya da kullanılmayan “kimyasal maddelerdir.”
Bu durum ilaç endüstrisinin ilaç piyasası üzerinde denetim kurması ve tekel oluşturması ile yakından ilişkilidir. İlaç endüstrisi sağlığı değil kârı önceleyerek hastalık-sağlık tanımlamalarının yeniden yapılmasına neden olmuştur. Hayat kurtarmak ve acıları dindirmekle övünen endüstri sadece hastalara ilaç satmakla yetinmemekte, sağlıklı ve iyi durumdaki insanlara da ilaç satmayı hedeflemektedir. Bu hedefe ulaşmanın yolu da sağlıklı insanlarda görülen gündelik veya dönemsel huzursuzlukların hastalık olarak tanımlanmasından geçmektedir. “İlaç endüstrisi hastalık ile ilaç arasındaki bağlantıyı üç şekilde kurmaktadır: i) az bilinen bir hastalığa dikkat çekerek ii) eski bir hastalığı yeniden tanımlayarak veya yeniden isimlendirerek iii) yeni bir hastalık üreterek. Yapılan pazarlama stratejileri bu üç ayak üzerine kurularak ufak tefek sorunlar hastalıkmış gibi resmedilmekte, böylece ilaçta giderek ihtiyaca dayalı yaklaşımın yerini pazara dayalı yaklaşım almaya başlamaktadır.” (Açıkgöz, 2021: 147-160).
Modern dünyada eski dünyada sapma olarak değerlendirilen davranışların bir tıp meselesi haline gelmesi durumudur. Tüm toplumlarda hastalıklara çare bulmak için kullanılan farklı formlarda ilaçlara (bitki, müzik, sohbet vb.) rastlanmaktadır. Özellikle COVİD-19 sonrası alternatif tıbba geri dönüşün sebepleri açıklanmaya ve anlaşılmaya muhtaçtır.
Gündelik yaşamın tıbbileştirilmesi üzerine düşünmeden önce beden üzerine düşünülmesi gerekmektedir:
Foucault'ya göre, modern toplumlarda beden, birçok kurum ve pratiğin bir nesnesi haline gelmiştir. Bu kurumlar arasında hapishaneler, hastaneler, okullar ve ordular gibi disiplin kurumları bulunur. Bu kurumlar, bireyin bedenini düzenleyerek ve kontrol ederek toplumsal normlara uygun davranışları teşvik eder. Foucault, bedenin sadece biyolojik bir varlık değil, aynı zamanda toplumsal bir inşa olduğunu vurgular.
Foucault'nun "biyoiktidar" ve "biyopolitika" kavramları da beden algısını anlamak için önemlidir. Biyopolitika, devletin ve diğer toplumsal kurumların bireylerin hayatları üzerindeki kontrolünü ifade eder. Biyoiktidar ise bireylerin bedenleri üzerindeki detaylı kontrolü anlatır. Bu kavramlar, bedenin sadece bireyin özel alanı olmadığını, aynı zamanda toplumsal güç dinamikleri içinde şekillendiğini gösterir.
Sonuç olarak, Foucault'nun beden algısı, onun toplumsal kontrol, disiplin ve güç ilişkileri üzerine yaptığı çalışmaların bir parçasıdır. Beden, sadece fiziksel bir varlık olarak değil, aynı zamanda toplumsal normlar, kurumlar ve güç dinamikleri tarafından şekillendirilen bir fenomen olarak ele alınır. Tüketim toplumunda ve tüketim kültüründe beden, merkezi bir konumdadır. Bunun temel nedenlerinden biri, tüketim toplumunun hazcı yapısındaki temel nesnesinin beden olmasıdır. “Bedenin daha güzel görünmesi, sağlığı ve kontrolü tüketim toplumunun temel hedefidir (Işık, 1998: 15)”. Bugün artık beden tartışmasız olarak bir özel mülktür ve bunun bakımı sahibine aittir. Tıbbileştirme , tıbbi olmayan sorunların genellikle hastalık ve bozukluklar açısından tıbbi sorunlar olarak tanımlandığı ve tedavi edildiği bir süreci tanımlar.
Peki, modern çağda sağlık kendisine nasıl bir pazar oluşturdu? Basit bir arz-talep dengesinden mi ibaret yoksa modern dönem pazarlanabilecek, meta olabilecek her şeye çoktan hazır mı?
Söz konusu bu durum, neo-liberal politikaların esnekliği ile açıklanabilir. Sağlığın yalnızca bir toplum iyilik hizmetinden çıkarılması da bu sorulara iyi bir cevap olabilir.
“Sağlığın bir tüketim aracı olmasının birbiri ile bağlantılı ve biri diğeri takip eden iki yönü vardır. Birincisi; daha önceleri devletin sunduğu bir hizmet olan sağlık hizmetlerinin neo-liberal politikaların etkisiyle özelleşerek ticari olması. İkincisi; hasta olsun veya olmasın bireylerin sağlık tüketicileri haline gelmeleri ve sağlığın bir tüketim aracı olması.”
Tarihten bugüne bildiğimiz ve doğruluğu kesin olan şeylerden birisi de eğer yeni bir pazar oluşturduysanız ve bunun tanıtımı yapılacaksa en iyi seçenek çoğu zaman kadınlar ve çocuklar olacaktır.
Değişen dünya sistemleri ile birlikte sağlık artık bir hizmet olmaktan çıkmış ve bir piyasa ekonomisi haline gelmiştir.
Bu söz konusu metalaşma süreci halk içerisinde iki temel öğretiyi getirmektedir:
“Günlük yaşamın tıbbileştirilen alanlarına bakıldığında, kadınlarla ilgili olan konuların öncelikli olduğu görülmektedir. Bu bakımdan, tıbbileştirmenin özellikle kadınlara ve kadın sorunlarına yönelik olduğu söylenebilir. Örneğin doğal bir süreç olan hamilelik ve doğum süreçleri modern tıbbın denetimi ve kontrolü altında tıbbileştirilmiştir. Geleneksel toplumlarda hastanelerin dışında ve tıbbi denetimden uzak olarak gerçekleşen doğum öncesi ve sonrası süreçler modern toplumlarda tamamen hastanelerde gerçekleşmektedir. Özellikle son on-on beş yılda hızla artan sezaryenle doğum tıbbileşmenin en yoğun yaşandığı alanlardan biridir. Ülkemizde de doğumun medikalizasyonu çarpıcı bir artış göstermektedir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) standartlarına göre, tüm doğumlar içinde sezaryenle doğum oranının yüzde 15’i geçmemesi tavsiye edilmektedir. Ancak ülkemizde sezaryenle doğum oranı her geçen yıl artmaktadır. Türkiye’de sezaryen ile yapılan doğumların tüm doğumlara oranı; 1998 yılında %13,9, 2003 yılında %21,2 ve 2008 yılında %37,0, (Cindioğlu ve Cengiz, 2010: 54-55). 2009’da%42,7, 2010’da %45,4, 2012’de %46,6, 2014’de % 51, 2015’de %53 ve %2016’da %54olmuştur.” (http://www.tuik.gov.tr/HbPrint.do?id=24645).
Kadın bedeninin algısı, toplumun kültürel ve tıbbi normlarına bağlı olarak değişebilir. Tıp, kadın bedeni üzerindeki etkilerini biyolojik, psikolojik ve sosyal boyutlarıyla birleştirerek şekillendirir.
Kadın sağlığıyla ilgili konularda tıbbi müdahaleler, doğurganlık teknolojileri, estetik cerrahi gibi alanlarda artan talep, kadın bedenine yönelik beklentileri etkileyebilir. Bu durum, kadınların kendi bedenleri üzerinde daha fazla kontrol ve seçenek sahibi olmalarını sağlayabilir, ancak aynı zamanda vücutlarına yönelik normlar ve beklentileri de artırabilir.
Çocuklar ile ilgili olarak, ruhsal problemlerin tedavisinde ilaç kullanımı çok yaygın ve normal bir durum haline gelmiştir. Örneğin “büyülü hap” olarak adlandırılan ve metilfenidat hidroklorür etkin maddesinin kullanıldığı ilaçlar özellikle A.B.D ve Britanya’da hızla artmaktadır. Bu ilaçlar beş-on sekiz yaş arası çocukların DEHB (Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu) tedavisinde kullanılmaktadır. DEHB, çocukların dikkat eksikliğine, yoğunlaşmada güçlüğe ve okulda öğrenmelerine engel olan bir ruhsal bozukluk olarak tanımlanmaktadır. İlaçlar ,çocukların odaklanmalarına yardımcı olmak ve onları sakinleştirerek etkin öğrenmelerine yardımcı olmak iddiasındadır. Ancak bu ilaçların karşıtları, ilaçların uzun dönem etkileri hakkında bir çalışma yapılmaması ve fiziksel olmayan bir problem için uygun “çözüm” olarak sunulmasına karşıdır. DEHB’nin semptomlarının, aslında çağcıl çocuk üzerinde artan baskı ve stresin –hızı giderek artan bir yaşam, bilgi teknolojilerinin kişi üzerindeki etkisi, beden eğitiminin yokluğu, yüksek şekerli gıdalar, aile yaşamındaki kavgalar- yansımaları olduğunu ileri sürmektedir. Tıp, ilgiyi gözlenen belirtilerin nedenlerine çekmek yerine bu tarz ilaçların kullanımı yoluyla çocuk hiperaktifliği ve dikkatsizliğini “tıbbileştirmektedir”.” (Giddens,2005:157).
Sonuç itibariyle, literatürden ve kendi notlarımdan derlediğim bu yazım konuyu ana bir çerçeve içerisine oturtmaktadır. Genişletilebilir ve geliştirilebilir durumdadır, bunun için de açılımda bulunmadığım ama akla gelebilecek olan sorular şu şekilde sıralanabilir:
Peki neye hastalık diyoruz? Sağlık bir hizmetten çıkıp modern dünya sistemine entegre olmuş pazar haline geldiyse vücudun güçsüz düşmesine sebebiyet veren etkenler ya da Parsons’ perspektifiyle toplumsal rollerimizi aksatacak bir şey mi?
Peki ya nasıl kontrol edilecek, hastaneler bunu denetleyebilecek mi? Yoksa tele-tıp yeterli mi?
Çeşitli ilaçlar için hastalık üretimi, toplumsal olarak en çok ne için ilaç kullanma gereksinimi duyuyoruz? Eğer böyle bir istatistiki veri var ise bu bize ne ifade edebilir?
Eğer hastaysanız hastalığınız tedavisi için önerilen ilaç başka bir hastalığa sebebiyet verecek mi?
Sağlık koşulları, sağlık hukuku nasıl dengelenecek eşit miyiz? Herkes sağlıklı olmayı eşit derecede hak ediyor mu?
Hasta olmanız bir tür kontrol altına olmanız mı, bu bir denetim aracı mı?
KAYNAKÇA:
“SAĞLIKLI YAŞAM!” SLOGANI ETRAFINDA ŞEKİLLENEN YENİ
TÜKETİM BİÇİMLERİ, M. Çağlar KURTDAŞ.
MEDİKALİZASYON SÜRECİ, SAĞLIĞIN TİCARİLEŞMESİ VE BEDENİN DENETLENMESİNE SOSYOLOJİK BİR BAKIŞ,
M. Çağlar KURTDAŞ, ADIYAMAN ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ DERGİSİ, 2017.
GÜNDELİK HAYATIN TIBBİLEŞTİRİLMESİNİN ELEŞTİRİSİ ÜZERİNE, ESAM EKONOMİK VE SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ, Cilt/Volume: 4 Sayı/Issue: 2, Yıl/Year: 2023, 96-122., Meryem Serdar.