Mutluluk Bulunan Bir Şey mi?
Zaten sahip olduğun şeyi dışarda aramak.
Birtakım kavramlar var ki tanımını çoğunlukla net bir şekilde ifade edemeyiz ya da zamanla değişir anlamları bizimle beraber. Mutluluk da bence bunlardan bir tanesi. Çocukken mutluluğu nasıl tanımladığımızı hatırlayalım, kafamızda mutluluğun bir resmi en azından bir gölgesi olurdu mutlaka. Yeni bir oyuncak, bayramlık kıyafetler, arkadaşlarımızla akşama kadar sokakta oynadığımız günler, anne babamızın arasında uyuduğumuz geceler, çizdiğimiz resimleri beğenen abiler/ablalar, piknikler.
Bizi heyecanlandıran tonla şey vardı hayatta, çok kolay mutlu olup heyecanlanıyorduk. Küçükken mutluluk, Küçük Prens’in, Pilot’un çizdiği çekmecenin içinde koyun olduğuna inanması gibi bir şeydi. Gözükmese de varlığına inandığı, onunla mutlu olduğu o an gibi. Yetişkinlerin fil yutmuş boa yılanını sadece basit bir şapka olarak görmesi de işte bizim tam da şu anda yaşadığımız şey.
Fark bile etmeden, görüş alanımızı daraltıyoruz, renkleri soldurup parlaklığı kısıyoruz. Çünkü artık yetişkiniz, fazla ışık gözlerimizi rahatsız ediyor. Çığlıklar atarak gülmüyoruz artık, elimizle ağzımızı kapatıyoruz ses çıkartmıyoruz. Çocukken bize işlemeyen bazı kurallar artık cebimizde bir taş gibi bizi ağırlaştırıyor. Geceleri uyumadan önce kurduğumuz hayalleri artık tamamen unuttuk, unutmadıysak da gerçekleştirmek için hiçbir çaba göstermedik çünkü artık başka dertlerimiz var, ortadan kaldırdığımızda dahi bizi mutlu etmeyen, edemeyen dertler ve işte işe yaramayan dermanları.
Mutlu olmayı hep bir hedefe bağlıyoruz, bu işe girersem ve şu parayı kazanabilirsem, sınavlarımdan geçebilirsem ve mezun olursam, bu şehire gidersem ya da şu ülkeye taşınırsam, hayatımın aşkıyla tanışırsam ya da hep istediğim ayakkabıyı satın alırsam. Doyumsuzluğumuza bir kılıf olarak hep yeni suni hedefler yaratıyoruz ve elde ettiğimizde hissettiğimiz tek şey; ‘’Peki, ya şimdi?’’
Sürekli bir telaşın içinde durup nefes almayı, sevmeyi, anlamayı, dinlemeyi hepten bırakmış, sadece öfkeye, korkuya, endişeye yer bırakmışız gibi. Bütün bu duyguları rahatlıkla kucaklayıp kabul edebiliyorken, mutluluğu bir türlü kendimize yakıştırmıyor gibiyiz. Kendi adımıza bir şeyler talep etmek, kendi mutluluğumuzu öncelik yapmak hakkımız değil zannediyoruz. Sadece başkalarının duygu ve düşüncelerine göre şekillenip yaşıyoruz ama unutuyoruz ki herkesin hayatı biricik. Eğer biz kendimiz için bir şey yapmazsak kimse bizim için yapmayacak.
Biz kendi mutluluğumuza sahip çıkmazsak kimse bizim mutluluğumuzu umursamayacak. Kendimizden koptuğumuzdan beri çok zaman geçti, çok endişelendiğimiz gelecekte bir gün elimizde sadece pişmanlıklarımızla kalma düşüncesi oldukça karanlık bir düşünce o yüzden belki de kopan o ipleri yeniden birleştirmek, gerekirse sıkı sıkı düğümlemek gerekir. Çünkü en iyi bildiğimiz mutluluk, eve dönmek.
Bu hayata bir kere geldiğimiz düşüncesiyle hareket edersek, böyle kısıtlı bir zaman için bu dünyada yaşarken kendi sırtımıza yüklediğimiz yükler oldukça gülünç duruyor. Yaşadığımız sayılı günler içinde bir gün geriye dönüp baktığımızda yaptığımız ve yapmadığımız her şey kırık cam parçaları gibi sivri ve parlak bir şekilde duruyor olacak ve artık onları düzeltemeyecek, tekrar bir bütün hâline getiremeyeceğiz.
Mutluluğu aradığımızı sanarken aslında sahip olduğumuzu unutmuş hâlde bulacağız kendimizi. O yüzden şimdi, şu anda her nerde olmak istiyorsak, kim olmak ve ne yapmak istiyorsak onu yapmamalı mıyız? Çünkü yarın yok. Yarın bir yanılsama. Hep yakalayacağımızı sandığımız ama asla tutamayacağımız bir uçurtma gibidir. Gerçek olan tek şey şu an. Tamamen bir teslim oluştan bahsetmiyorum sadece, Paulo Cuelho’nun da Simyacı’sında söz ettiği gibi; ‘’Mutluluğun Gizi dünyanın bütün harikalarını görmektir, ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan.’’