Müziğin Ressamı Kandinsky ve Sinestezi

Sinestezi olan kişilerde duyular birbirine karışır. Müziğin kokusunu alabilir ve bir rengin ağızda tadını hissedebilirler.

Avrupa'da soyut sanatın öncüsü olarak kabul edilen Vasili Vasilyeviç Kandinsky, 1866 yılında Moskova'da dünyaya geldi. Küçük yaşlardan itibaren resim ve müzikle yakından ilgilenen Kandinsky, hem piyano hem de viyolonsel çalabiliyordu. Eğitimini 1886 yılında hukuk ve ekonomi üzerine yapsa da öğrenemini tamamladıktan sonra üniversitedeki görevini bırakıp ressam olmaya karar verdi.

Daha o zamanlar 1895'te bir Moskova sergisinde Fransız empresyonizmini tanır ve Monet'in ''Saman Yığınları'' eserinden epey etkilenir.

Sonrasında ressamlık eğitimi almak için Münih'e gelir. O zamanlarda Avrupa'nın önemli sanat eğitimi verilen merkezlerinden biri olan Münih aynı zamanda en etkin deneysel merkezlerden biriydi. Kandinsky 1900'lerin başına kadar Alman tarzı art nouveau ve lirik natüralizm etkisi altında çalışmalarını gerçekleştiriyordu.

Sanatçı ünlü emprovizasyonlarına uzun bir seyahattan sonra başlayacaktı. Münih sanat ortamlarında adı geçmeye başlayan Kandinsky, buradaki çalışmalarından sonra Phalanx adında bir sanatçılar grubu kurdu. Fransız filozof Charles Fourier tarafından yaratılan ütopik bir toplum için kullanılan Phalanx sözcüğü, 1901 yılında Kandinsky ve arkadaşlarının kendi sergilerini rahatça açabilmelerini amaçlayan bir sanat grubu olarak tarihte yerini aldı.

Kandinsky 10 yıl boyunca beraber yaşadığı Gabriela Münter ile Phalanx' da tanıştı ve birbirlerine aşık oldular. Münter ve Kandinsky 1904 yılında tam 4 yıl sürecek olan uzun bir yolculuğa çıktılar. Bu seyahatlerinde Venedik, Fransa, Rusya, Tunus, Hollanda'ya gittiler ve bu gezilerinde Van Gogh, Monet, Gauguin gibi isimlerin sanat eserlerini ve onların sanat anlayışlarını yakından incelediler. Daha sonra 1908 yılında tekrar Münih'e döndüler ve buraya yerleştiler. Kandinsky, Münter ve arkadaşları o dönemlerde geleneksel sanatçılarla olan bağlarını tamamen kopararak yeni bir sanat akımı ortaya çıkardı.

Der Blaue Reiter (mavi binici) adını verdikleri bu akım, realizm, natüralizm ve empresyonizme tamamen karşı bir üslupla ortaya çıktı. Soyut ekspresyonizme yönelen Kandinsky ayrıca bunun için içsel bir gerekliliğe ihtiyaç olduğuna inanıyordu. Yaratım onun için tinsel bir şeydi. ''Sanatta Tinsellik Üzerine'' adlı kitabında yer alan şu cümleler bu durumu bize daha iyi özetliyor:

''Sanatçı ruhunun derinliklerine inmeli, onu inceleyip geliştirmeli ki, sanatının bir temeli, bir anlamı olsun , yoksa elden ayrı düşmüş, işe yaramaz bir eldiven gibi kalıverir. Sanatçının söyleyeceği bir şey olmalı, çünkü amaç bir formda ustalaşmak değil, formu içsel anlamına kavuşturmak'' ( Sanatta Tinsellik Üzerine)


Gelelim Kandinsky'nin sinestezi hastalığına ve bu hastalığın sanatını nasıl etkilediğine. Öncelikle sinestezi kelimesine ve nasıl bir hastalık olduğuna değineceğim. Sinestezi sözcüğü Yunanca kökenli ''syn'' ve ''aesthesia'' kelimelerinden oluşur. Bu bağlamda ''birleşik duyu'' anlamına gelir. Sinestezi olan kişilerde duyular birbirine karışır. Müziğin kokusunu alabilir ve bir rengin ağızda tadını hissedebilirler. Nesneleri renk, koku, tat ya da ses olarak algılayabilirler. Mesela bir sinestezik 6 rakamını kırmızı olarak algılarken diğer bir kişi çürük meyve kokusuyla bağdaştırabilir. İşte Kandinsky'de olan şey tam olarak buydu. Onun resmi müzik ile girift bir biçimde renk ve şekillerden oluşuyordu. Kısaca müziğin resmini yapıyordu diyebiliriz.

Kandinsky'nin yaptığı bu eserler soyut sanatın önünü açmıştır. Müzik ve resmi bir arada kullanan sanatçı bu iki farkı sanat dalının arasındaki sınırları ortadan kaldırarak bize ''saf ruhsallığı'' ifade etmeye çalışmış. Renklerin insan üzerindeki psikolojik etkileri üzerinde duran Kandinsky, güçlü bir kırmızı rengin nasıl bir etki yaratacağı ve bu etkilerin insanları bütünleştirici birer unsur olabileceğine değinmiştir. Bununla birlikte rengin müzik üzerindeki denemelerine başlamış böylece ''soyut sanat'', ''figüratif olmayan sanat'' akımının öncülüğünü yapmıştır. Resmin de müzik gibi insanın içindeki duyguları harekete geçirdiğine inanan Kandinsky, eserlerine bakan kişide aynı ses de ve notalarda olduğu gibi bir titreşim yaratmayı amaçlamıştı. Nasıl müziği dinlerken heyecanlanıp bir coşkuya kapılıyorsak onun eserlerine baktığımızda da bu coşkunun yankılanmasını istemiş.

Sanatçının en ünlü tablolarından biri olan 1923' te yaptığı Composition VIII' i inceleyebiliriz. Bahaus'da öğretim üyesiyken yaptığı bu resimde sadece bulunduğu ekolün izlerini değil aynı zamanda Süprematizm ve Konstrüktivizmin de yankılarını görebiliriz. Kandinsky'e göre resimdeki siyah renk müzik açısından sessizliği anlatırken, turuncu renkler alto sesleri temsil ediyor. Mavi ve kırmızı dairelerin etrafını çevreleyen sarı renk ise trumpet sesi gibi yüksek sesleri simgeliyor. Resme uzun bir süre baktığınız zaman gerçekten de o titreşimi hissettiren bir yapısı olduğunu fark edeceksiniz.

Soyut resmin en önemli isimlerinden biri olan Kandinsky, Bahaus'daki görevinden sonra Fransa'ya taşındı ve 13 Aralık 1944'te yaşama veda etti.